Tuesday, November 16, 2010

‎31 yaşımın ilk haftalarını yaşadığım şu zamanlarda dün gittiğimiz clubda bütün arkadaşlarımın içeri süzülüverip benim kapıdaki cengaverler tarafından

durdurularak kimlik sorgulamasına tutulmam hayli komik bi deneyim oldu...demek hala yarı yaşımda gösteriyorum, e o zaman daha yaşanacak çok şey var, hayat iki katına çıktı demek ki ....hahhh...

Friday, October 29, 2010

vanti

TAMAM, DENE YİNE DENİL YENİL DENE AMA OLMAZSA DA OLMAZ YANİ, YAPACAK BİŞİ YOK!/ Ok, try again fry fail try better but if it doesn't work, it just doesn't work, not much to do!

@talimhane tiyatrosu

Wednesday, September 29, 2010

Sunday, September 19, 2010

BOAT TRIP

Berrinimle geçirdiğim biraz hüzün biraz huzur dolu yolculukla Fethiye'ye akşam saatlerinde ulaştık...o geceyi onlarda geçirdim...ertesi sabah kahvaltının ardından Evro beni tekneye kadar bıraktı.

KAPTANIN SEYİR DEFTERİ


01.08.2010:


Yatch Classic Hotel...


Erkin, Bilge ve Erhan'la orada tanışdım ilk kez...Bütün günü havuz kenarında geçirdik....Hakan askerlik sınavı nedeniyle akşama doğru katılabildi bize .... o arada yolculuk için alışverişimizi yaptık...tekne için alışveriş yapmak zor bi konu gerçekten de...neye ne kadar ihtiyaç olur, kim ne yer ne sever...yeter mi artar mı...ama bütün bunlara rağmen hızlıca hallettik bu işi diyebilirim...Haki'nin gelişiyle birlikte zaman kaybetmeden yola çıktık ve MAVİ başladı hepimiz için...artık bütün bi hafta boyunca gözlerimiz mavi dolacaktı...yer mavi, gök mavi...le grand bleu....


İlk koyumuzun ismi: TARZAN KOYU;


Buraya ulaştığımızda güneş batmış ve hava kararmışdı artık...Oldukça sakin bi yer, sessiz...Demir atar atmaz denize atladık yemek öncesi...Su o kadar berrakdı ki, gece olmasına rağmen ayak parmaklarımızı görebildiğimize şaşırdık...bi de yakamozlara sarıldım bol bol, onları hareketlendirmek için....Sudan çıkmış balıklar olarak ilk akşam yemeğimizi hazırlamaya koyulduk...bu ilk menümüzde ton balıklı makarna var...gece, yıldızların altında uyuduk...sabaha doğru üşümeye başlayınca odalara kaçıştık...


02.08.2010:


İlk kahvaltımız çok zengin...bu özenli mamanın ardından hemen suya attık yine kendimizi...ben bu modu çok sevdim...biraz sıcaklayınca yaptığın iş her neyse bırakıp denize atıp geliosun kendini:)


Bu günkü ilk durağımız KABAK VALLEY...Ben burayı senelerdir merak eder dururum...Kelebeklerde defalarca kalmama rağmen buraya hiç uğrayamamışdım...Epeyce açığa demir almamıza rağmen bota binmeyi reddederek yüzerek çıktım karaya...fakat o sırada henüz lastik deniz ayakkabılarımı almamış olduğumdan çok fazla dolaşma imkanım olmadı...paticiklerim yandı sıcak kum ve taşlardan...ona rağmen biraz yürüdüm keşif için...başka bi zaman daha uzun kalmak dileğiyle ayrıldık oradan...


Hemen yan tarafındaki KELEBEKLER VADİSİ'ndeyiz...burada bizi dalgalar karşıladı....hatta bu yoğun dalgalar sonucu Bilge miğdesini bozdu ve onun için günün geri kalanı tatsız geçti... denizin rengi hatırladığım gibi çok açık bi mavi...cam göbeği rengi de diyebiliriz... 5 çayı ve kısır faslından sonra Haki ile birlikte karaya çıkıp biraz yürüyüş yaptık...ona anlattım daha önceki kalışlarımda neler yaptığımı...ama hayalimde ve hatıramdaki kelebeklerden pek bi eser kalmamışdı ...gördüklerimle örtüşmedi anılarım...gerçeğinden çok farklı, çok büyülü anlar vardı hafızamnda...güzel sohbetler, tatlı dostluklar, yıldızlı ve simsiyah, hiçliğin ortasında gece ve huzur hatırlıyorum...The Beach filminden de kareler var aklımda...ama şimdi mekan daha bi kalabalıklaşmış, ticarileşmiş, tipler bi acaip, o ruhu içinde taşımayan farklı insan grupları ve konforsuz bi yaşam formu var orada sadece...oranın tek özelliği olan bekareti artık yok...sanırım bundan sonra sadece böyle günübirlik ziyaret ederim burayı....


Burada yeteri kadar çalkalandıktan sonra geceyi farklı bi yerde geçirmeye karar verdik ve başka bi yere doğru yol aldık...Şimdiki mekanımız: SOĞUK SU...demir atar atmaz suya atladık...kayalardan denize ulaşan bi kaynak su nedeniyle bu adı almış burası ve özelliklesuyun denize ulaştığı bölgede sıcaklık gerçekten buzzzz...ama içindeki dünyayı tüm detaylarıyla görebileceğimizkadar da berrak. Akşam yemeğini karadaki tek restaurantda yemeye karar veriyoruz. ..yemek için hazırlanıp botla kıyıya ulaşdık ve çoğunluğu yabancılardan oluşan yelken çetesiyle birlikte yedik yemeğimizi...kıyıdan tepeye kadar ışıklarla süslenmiş toprak yoldan yukarı doğru çıktık...her şey yolunda :) keyfimiz yerinde....gece bu koyda konakladık....

03.08.2010:

Bugünkü ilk hedefimiz; bir çok tarihi kalıntının olduğu bi bölge...bu kara parçasının her yerinde tarihin izleri var...St. Nicolas-nam'ı değer Noel Baba- vakti zamanında buralarda nefes almış...burada epeyce uzun kaldık....o sırada beyler sıkı bi poker oynadılar keyifle...Haki'yle birlikte yine o kayalıklardan yürüyerek, bense balık gibi onu denizin içinden takip ederek karaya ayak bastık ve yine hem ayaklarımız çıplak olduğundan hem de zamansızlıkdan kalıntıları gezemeden tekneye döndük belki dönüşde tekrar rotamıza alırız umuduyla...
Bir sonraki durak GEMİLER bölgesi...Burada da denizin tadınız bol bol çıkardıktan sonra BİNLİK KOYU'na geldik ve buraya demirledik...geceyi burada geçireceğiz...
04.08.2010:
Sabah kahvaltısının ardından yola koyulduk...
KLEOPATRA HAMAMI...duvarların arasında yüzdük ve denize teğet yosunlu taşların üzerine uzandık öylece...bu yeşil yosunlar kadife etkisi yarattı tenimizde...bu batık hamamda suyun rengi yine cam gibi...
MERDİVENLİ MAĞARA....kıyıdaki dev kayanın içinde yer alan küçük bi oyuk nedeniyle bu adı almış...taşa oyulmuş merdivenimsi basamaklardan tırmanarak bu siyah deliğe ulaşıyosun...şahsen ben içine bakma gereği duymadım bu küçük alana....ama ilginç tabii...insanlar kimbilir ne amaçla yapmış??5-6 tane dik basamak çıkıldıktan sonra oyuğa ulaşılır ve iki dakika içinde durup aşşağıya inilir...Küçük bi keçi sürüsü de vardı etrafda...kısa zaman geçirdikten sonra burayı da terkettik...bu arada teknede suyumuzun bittiğini farkettik ki bu her anlamda zor bi durum....çünkü her an ihtiyaç duyulan önemli bi unsur su...elektriğimizi de oldukca dikkatli tükettik hep...mecbur kalmadıkca kullanmamaya çalışdık...bunları depolamak için BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU koyuna uğradık....fakat su bulamadık...bi kaç saat beklememiz gerektiğini söylediklerinde zaman kaybetmeden göcek'e gitmeye karar verdik...bu koydaki tek özellik bedri rahminin sahildeki büyük bi kaya üzerine yaptığı kocaman ve stilize bi balık figürüydü...
GÖCEK'teyiz...yolda giderken çok kısa süre de olsa kaptandan rica ettik ve bi süre durup açık denizde yüzmenin tadını çıkardık....Haki'yle yine karaya çıktık ve hemen sahilde küçük bi yağmur gölü keşfettik...buradaki taşların da şekilleri ve renkleri çok farklıydı, farklı bi coğrafya burası...göcek'e gelince hemen bi kaç parça eşyadan oluşan çantalarımızı kapıp duşlara gittik...zira günlerdir saçlarıma şampuan değmemiş olduğunu o an farkettim :P denizin misss ötesi tuzlu suyu bana fazlasıyla yetmişdi....sonrasında tekneye dönüp akşam yemeği için hazırlandık... bu küçük ve sempatik şehirciği kısaca bi dolaştıkdan sonra akşam yemeği için uygun bi mekan bulma arayışına koyulduk....yemeğin ortalarında da yaptığımız seçimin çok doğru olduğuna oy birliği ile karar verdik :) balıklardan lagos seçtik tabiki ve bi sürü mezeler ve nefis salata, üzerine fırında pişirilmiş tahin ve türk kahvesi...yemekden sonra biraz daha yürüyüş yapıp tekneye döndük ...bu yerleşkenin insanlarını da sevdim...temiz yüzlü ve sakin, huzurlu bi insan profili var...teknede biraz politik lafladıktan ve bilgeyi tıpla ilgili soru yağmuruna tuttuktan sonra uykuya çekildik....zzzZZzzZ...
05.08.2010:
Göcek'den ayrılıyoruz....sabah kahvaltısı sonrası yine son bi küçük tur atarak ve alışveriş yaparak bu bölgeyi de tamamlamış olduk...ben kendime lastik ayakkabılarımı alabildim en sonunda...gülmeyin, çokkk önemli şeyler :) kayalık yerlerdeki deniz kestanelerinden ve sivri kayalardan koricak beni...cesurca keşfe çıkıcam...keşke daha önceden olsalardı....önceki yerlerde yürüyerek geçmek istediğim bi çok yer kaldı....hatta deniz gözlüğü ve şnorkel de bakındım ama onları sonraya bıraktım....aceleye getirmek istemedim bu konuyu...ilk gittiğimiz yerde de teknedeki şnorkellerden birini denedim korka korka...nedense şnorkeler karşı bi korkum vardı hep...erkinlerin de yardım ve talimatlarıyla denedim ve dünyam değişti...alıştım ve o andan sonrasında da saatlerce suyun içinde kaldı kafam...gözlerimi alamadım görüntülerden....gerçek dışı bi dünya....balıklarla yanyana yüzmek, onları hissetmek, onlara karışmak anlatılmaz bi his....şimdiye kadar denememiş olmakdan dolayı da pişmanım...kayaları, balıkları, deniz bitkilerini, denizin içindeki uçurumları bu kadar net görebiliyo olmak ve bunu yaparken de nefes alıp vermeyi sürdürmek...eşsiz bi duygu....tarifsiz bi his...kendimi çok iyi hissettim...denize dahil olmak...saatlerce çıkmadım sudan....
bu esnada haki orta kulak iltihabı oldu ve onun için de o andan itibaren huzursuz anlar başladı...bi türlü rahat edemedi...ağrı çekti ve duyamadı bi süre...bazı spreylerle yatıştırmaya çalışdık ama geçici çözümler oldu bunlar...iki tane deniz kabuğu almak için oldu bu sanırım...
göcekden ayrıldıkdan sonra ilk durağımız YASSICA. göcekde dolaştığımız sıralarda her tur teknesinin güzergahına baktık ve görmediğimiz nadir yerlerden biriydi burası..ve merak ettik...ancak oraya varınca bu etkinin boşa olduğunu anladık çünkü çok kalabalıkdı...hiç durmadan uzaklaşdık oradan hızlıca...
ömer kaptan bizi ZEYTİN ADASIna götürdü....burası yine çok sakin ve çok huzurlu bi yer....şnorkelll bağımlısıyım...:)yüzeye yakın giden küçük balık sürüleri, bi tane orta büyüklükde kamuflaj desenli yassı balık-bana yan yan bakan- , ....
öğle yemeğini yedikten sonra dönüş için hareket ettik....bir süre açık sularda yelken yaptık...bütün gezi boyunca motoru da çok kullandık ama rüzgarı hissettiğimiz her anda yelkeni denedik mutlaka....verdiği his inanılmaz...inanılmaz bi özgürlük hissi...mavinin ortasında motorun sesini kesdikten sonra geriye sadece yelken kumaşının hışırtısı ve denizin tekneye çarparken çıkardığı ses kalıyor....onun dışında hiç'lik....bundan daha huzurlu bir şey heralde olamaz şu hayatta....diye düşünmekteyim...
MAVİ MAĞARA'nın önünden geçtik...DIŞ GÖBÜ'ne geldik....yanımızda sadece almanlardan oluşan bi tekne vardı....akşam yemeğimizi yediğimiz sırada da büyük bi katamaran tam ortamıza demirledi...çok sakin bi yer yine...burada da bol bol yüzdük...trompet balığı gördük kocaman....akşam yemeğinden sonra müziğin tadını çıkardık...ışığımız olmadığından mum ışıkları ve cep telefonu lambaları eşliğinde kağıt oynamaya çabaladık...UNO ilk kez tanışdım...kendine ait kartları ve kuralları var ve kalabalık grupla oynanınca çok zevkli bi oyundu....
06.08.2010:
o gece bütün geceyi dışarıda uyuyarak geçirdik....hava bulutlu...sabah olunca güneş ısıtmaya başladı...uyanır uyanmaz denize girdim...epeyce yüzdükten sonra tekneye döndüm...corn flakes ve kahveli hafif kahvaltımın ardından yine yoldayız...
SARSALA; yine küçük bi koy....burası biraz daha kalabalık diğerine göre....bilgelerle şnorkel yaptık...haki kulağı yüzünden yasaaklı, denize giremiyor....koca bi sürü gördük...ince-uzun- şeffaf balıklar, bi de mor ve küçükler, daha tekil ve bağımsız dolaşıyorlardı...hufff...keşke isimlerini bilsem...ve biraz daha dipdeki, kayaların üzerindeki bitkileri tırtıklayan minik sarılar, fosforlular....ayna gibiler...hareket ettikçe yanıp sönüyor, parlıyorlar....


veee....finito.....


başladığımız noktada, FETHİYE 'deyiz...
eh ...işte yine her güzel şey bitermiş diyerek noktayı koyma vakti geldi...ben aslında virgül koymak istiyorum buraya :))
yine yatch classic hotel'in marinasına bıraktık tekneyi...ben bittiğine inanamıyorum....o kadar moddayım ki sanki mola için burada durduk ve yine devam edeceğiz sanıyorum...ertesi gün tekneyi terkedene dek sürdü bu yanılsamam...
son geceyi bu tekneyi bulmamızda yardımcı olan fethiyeli arkadaşı da alarak bi balık restaurantında geçti...hepimiz hem mutlu, hem şaşkın hem de yorgunduk bana kalırsa...

hayatımın unutulmaz bi anısı olarak kalıcak bu boat trip :))

Sunday, March 28, 2010

tori amos-gold dust

"Sights and sounds
Pull me back down
Another year

I was here
I was here

Whipping past
The reflecting pool
Me+you
Skipping school

And we make it up
As we go along
We make it up we
Go along

You said -
You raced from langley -
Pulling me underneath
A cherry blossom
Canopy
-do I have-
Of course I have,
Beneath my raincoat,
I have your photographs.
And the sun on your
Face
I'm freezing that frame

And somewhere alfie cries
And says 'enjoy his every smile
You can see in the dark
Through the eyes of laura mars'
How did it go so fast
You'll say
As we are looking
Back
And then we'll
Understand
We held gold dust
In our
Hands

Sights and sounds
Pull me back down
Another year

I was here
I was here

Gaslights
Glow in the street
(flickering past)
Twilight held us
In her palm
As we walked along

And we make it up
As we go along
We make it up as we go along

Letting names
Hang in the
Air
What color hair
(auburn crimson)
Autumn knowingly
Stared
And the day that
She came
I'm freezing that
Frame
I'm freezing that frame

And somewhere alfie
Smiles
And says 'enjoy her
Every cry
You can see in the
Dark
Through the eyes
Of laura mars'

How did it go so
Fast
You'll say as we are looking back
And then we'll understand
We held gold dust
In our
Hands

In our hands"

home-less...

yaklaşık bir yıldan bu yana kendimi evsiz hissediyorum...malum kişi bizimle yaşamaya başladığından bu yana...evimi bi yabancıyla paylaşma fikri pek hoşuma gitmedi...emek emek ve binbir zorlukla derleyip toparladığım evim yabancı mihraklar tarafından istilaya uğradı...kuşatıldım...kapana kıstırıldım...hiç bir yere kaçamıyorum...kımıldayamıyorum...hareketlerim kısıtlandı...kafka'nın gregor'u gibi hissediyorum kendimi...minik odamda yaşamaya başladım...bütün eşyalar üst üste ve iç içe...bu üst üste ve iç içelik bütün hayatıma da yansıyor...alan yaratmak istiyorum kendime..bi miktar boşluk...nefes almak istiyorum...el değmesin maddelerime...kaçırmalı, korumalıyım onları...gitmeliyim...kendi hayatıma başlamalıyım...benim hayatıma...benim dört duvarım, benim taklarım, benim koltuğum...işden eve dönerken bi demet taze çiçek alıp koymalıyım vazoya...pencereleri açıp havalandırmalıyım...temiz olmalı evim her zaman...temiz kokmalı...dostlar arkadaşlar uğramalı çat kapı...onlarla dertleşmeli, onlarla gülüşmeli...şehirde olmalıyım...şehrin kaosuna yakın ama sessiz bi yerde...istediğim zaman karışabilmeliyim curcunaya, istediğim zaman da kaçıp sığınabilmeliyim kovuğuma...güzel müzikler tınlamalı hep duvarlarda...çepeçevrelemeli etrafını...mis kokulu yemekler denemeliyim mutfağında...mumlar yanmalı banyosunda...deniz kabukları saçılmalı muhtelif yerlerine...
iste ben bunları istiyorum...
bi ev'im olsun istiyorum...

Thursday, March 25, 2010

The past is the only dead thing that smells sweet ...

Sunday, March 21, 2010

"love story" izledim...
ağladım...

Saturday, March 20, 2010

bugün dua dinledim, ruhum huzur doldu....
sonra tarihi bi hamamın restorasyonuna gittim. Kılıç Ali Paşa Hamamı...çokk acayip...yeni dostumun eseri...çok mutlu oldum...
sonrasında da ara kafe'ye gittik...hiç bi yerde olmayan ve benim çocukluğumun favorisi sütlü türk kavesi yudumladım....
eve dönüş yolunda bi tane buldum istanbul görünümlü landscape painting....belki gönderirim...
yarın motorsiklet gezisi...ilk kez..uzun yol...heyecanlıyım çok...ve de meraklı...acaba nasıl olucak...:)
şimdilik bu kadar....
canım annem....seni her şeyden çok özlüyorum...
ama bi tarafdan, seni kaybetmek seni bana yakınlaştırdı...çünkü seni her an içimde taşıdığımı ve daha iyi anladığımı hissediyorum...keşke hayattaki tüm isteklerini sana verebilseydim sana ben, güldürebilseydim yüzünü...
çok özlüyorummm...

Friday, March 12, 2010

kavgacı olmak ya da olmamak,işte bütün mesele bu...

şimdi...konu çoook derin...
ben bööle bi tez geliştirdim kendi kendime ve biraz da beni sefen sefkili dostcağızlarımın da yardımıyla...
benim hayattaki, hayatın her alanındaki elde edemeyişlerimin sebebini kavgasızlığıma bağladım...bu bi gerçek...benim şimdiye kadar belki canım sıkıldıysa bişilere bıdı bıdı söylendiğim -kendi kendime- görülmüştür de kimselere ne bir bi fiske vurduğum ne de bi volüm fazla ses yükselttiğim görülmemiştir...hatta ses yükseltmek şöyle dursun bi çoklarına derdimi, maruzatımı, düşüncemi bile aktaramamışımdır....hep içimde tutmuşumdur, hep içimde tutmuşumdur....o kadar tutmuşumdur ki içimde içim şişip şişip patlamaya çok yaklaşmış balon kıvamına gelmiştir....balon patlarsa çok büyük ses çıkacaktır çünkü yılların birikimiyle şişmişdir...işte benim bütün çabalayıp çabalayıp tüm çabalarımın, koşmalarımın havaya karışan gaz moleküllerine dönüşmesinin sebebi budur....
bi süredir ofis üzerine düşünmekdeyim....son zamanda uğradığım büyük haksızlık üzerine deriiin deriiin düşünmekdeyim...türk'üm, doğru'yum, çalışkan'ım....bana bu formülasyonun işe yarayacağı kazınıp durmuşdu genç dimağma küçük yaşlardan bu yana...böyle olursam iyi şeyler olucaktı hayatımda...amaaa işin aslı hiiç öyle değilmiş...işin kötüsü artık umudumu kaybetmeye de başladım....dışarılarda bi yerlerde gerçekten insani bi yerler var mıdır...huzurlu bi yer var mıdır...benim gibi düşünen insanların çoğunlukda olduğu bi yerler var mıdır, artık inanmıyorum...ofis içinde "Hayır" repliğini biraz daha sıkca ve de yerli yerinde kullanabilseydim bu kadar ırzıma geçilmeyecekti....yaşamicaktım bu kabusu ben....profesyonellik demek en çok işi yapmak demek diilmiş...en çok işi yaptırmak ve kaktırmakmış meğer...buymuş başarıya giden yolun sırrı...bilmeme rağmen uygulamakda sorun yaşıyorum....
sevgililerle de hiç kavga etmedim ben...kalıcaz dediler kaldılar, gel dediler gittim, gidiyoruz dediler gittiler...genelinin gitmek için geçerli sebepleri vardı...her zaman vardır...gitmeyin derken en cılız çıktı sesim...duyulmadım....gittiler belki ama içlerinde sevilerek kaldım, biliyorum...belki deseydim onlara canımın sıkıntılarını, farklı olurdu...ama hep gülümsedim...onlar da hep mutluyum sandılar....kavga edersem gidiverirler sandım, gitmesinler diye gülümsedim hep...gülümseyişime kimse aldırış etmedi ve gittiler....
aileme karşı da dile gelemedim hiç...karşılarında durup, ben bunları istiyorum diyemedim...bilemedim istemesini....oysa formül gayet açıkdı: iste ve sahip ol....bu kadar basite indirgenmişdi her şe, bu kadar netdi...beni kapının önüne koymasınlar diye susmaya devam ettim...görmelerini ve anlamalarını bekledim ne kadar çok yorulduğumu....ama izleyicim yoktu hiç..kimse farkında diildi...uzaklardaydı herkes...ve herkes kendi payının peşindeydi, buralarda da yoktu adalet...bitmek bilmeyen kararsızlıklar ve beklemeler yüzünden kaybettim her şeyi....
kavgacı olmak insanın kendi ortaya koyması demek...sınırlarını belirlemesi ve çitlerinden içeri sızmaya çalışan hırsız ve otlakçılara karşı tüfeğini doğrultması demek...kendini gerçekleştirebilmesi demek...eksiltilmeye izin vermeyip kendini çoğaltması demek...
belli bi yaşdan sonra kavgacı olunabilir mi?bi kursu var mıdır bunun, öğrenilebilir mi?
hiyayyyyt diye çığlık atmak istiyorum huleyn dünyaya karşı...:P