Tuesday, February 28, 2006

LOST


http://abc.go.com/primetime/lost/games/mission/index.html

bir süredir yakın çevremi -özellikle erkek arkadaşım ve tayfası- çemberi içine alan ve bağımlılık yaratan bu trend tv dizisinin beni de bağımlılığı altına alması için tutuşuyorum. maaşımı alır almaz doğruca beşiktaş pasajındaki kopya dvdcime gidip tüm sezonları ele geçirmek için sabırsızlanıyorum. eminim ki her izleyende olduğu gibi bende de lostsal bi takım yan etkiler ortaya çıkarması muhtemel bu tehlikeli yapımı daha şimdiden herkeslere öneririm. hele bi de merakımı dinginleştirdiimde daha çok önericemi tahmin ediyorum. tabi saatlerime el koyacak olan bu yeni bağımlılık için zamandan ciddi anlamda bi çalıntı yapmak şart gözüküyor. ama buna değer.

HAYATDA SON DURUM:

Ne safi kötülük; ne safi iyilik...
Her daim, her yerde,
İ-ki-baş-lı-lık...

elif şafak/pinhan

babamla halen aynı evi paylaşmama rağmen ve onu kısa ya da uzun her gün görmeme rağmen ve çoğu gün tek kelime bile etmememize rağmen onun yanındayken bile onu özlüyorum. ona bakarken içim titriyor. ona kısmi kızıyorum-kısmi seviyorum.

işde değişen pek bişi yok. kısmi olarak beni tembelleştirdiğini ve bildiğim ve sahip olduğum yeteneklerimi de körleştirdiğini düşünüyorum, kısmi olarak da bi an önce yapmak istediğim burasıyla ilgili iyileştirmeler düşünüyorum. velhasılı kelam burda bulunduğum sürece elimden gelenin en iisini yapmak istiyorum.

evimi seviyorum. ailemi seviyorum, sahip olduğum dostlarımı seviyorum, kitaplarımı seviyorum ki onlar beni hiç yalnız bırakmadı. tam bir sevgi kelebeği modeli.

genel olarak gidişattan memnun sayılırım. artık geçmişi kurcalamanın, gelecek üzerinde çok fazla irdeleme ve çıkarsamalar yapmanın pek bi anlamı yok. zira ŞİMDİ gayet güzel.

ŞİMDİLİK:P

Sunday, February 26, 2006

DÖNME DOLAP...


işe başlama sözleşmesine imza atmakla şeytanla anlaşmaya imza atmak arasında hiç bi fark yok. patron kavramı her yerde aynı. buna karar vermiş bulunuyorum. PATRON=HERŞEYİİSTEYENVEHERŞEYİİSTEMEHAKKINIKENDİNDEGÖREN, ÇALIŞAN=HERŞEYİVERENVEHİÇBİRŞEYİSTEMEYEHAKKIOLMAYAN. bu durumun sözlük tanımı aynen bu. artık küçük şehirde komün hayatı yaşamak için çok geç. çünkü içindeki ilerleme ve daha çok sahip olma isteğini bastırmanın imkanı yok. metropol de seni her geçen gün törpüler ve bi gün yokolur gidersin.
yapmak istediklerimi gerçekleştiremeden kaçınılmaz sona ulaşmak. işte benim en büyük korkum. ki bu yapmak istediklerimin listesi oldukça uzun.
bi kaç gün önce ben yine iş değişikliği kararı aldım. yine uzun vade düşünüyorum. bu patron amcalara laf anlatmanın imkanı yok. onlar sadece istiyor. senin en değerli gençlik saatlerini istiyorlar, karşılıksız sadakat istiyorlar, ama bunun karşılığında hiçbir beklenti içinde olmamamızı bekliyorlar, beyninin değerli ve parlak fikirlerini onlara vermeni istiyorlar, bu liste de oldukça uzun. sonuç itibariyle onların bizi gördükleri kalıp gayet aşikar. bunun ötesinde olduğumuzu anlatmanın bi yolu da maalesef imkansız. bu bi meslek değil. sadece kişinin iki dudağının arasındasın. tek bi kımıldatmayla hazırlıksız ortada kalabilirsin her an. belli bi yaşa geldiysen de artık gidebileceğin yollar kavşağı sana kapanmıştır. geç kalmışsındır.
ofisde son yaşananlardan sonra iyice gerildim. kendimi güvende hissetmiyorum. kaygan zemin. dostumun tavsiyelerine uyup denetçi olma yolunda girişimlere başlicam. en azından bi alanda hem de eğitimini gördüğüm, emek verdiğim alanda bilgi sahibi olucam. hem de değerli bilgi. gelecek vaadeden bilgi. uğruna harcanan emeğin boşa gitmeyeceği bilgi. zamanımı buraya gömmektense daha zor bi alana gömmeyi tercih edicem sanırım. ama daha uzun bi zaman var bunun için. öncelikle iyileşme sürecimi tamamlamayı beklicem. şu an hala tam olarak iyileşmiş hissetmiyorum kendimi. arızalarım devam etmekte. sadece kimyasallarla üzeri örtülü. o kadar. kimyasal tedbirini ortadan kaldırınca ortaya neyin çıkacağını bilmiyorum henüz. belki de ihtiyacım olan bu süreç içinde kararım değişir, fırsatlar bu düşüncelerimi siler götürür. bilemiyorum. sadece şu an canım sıkkın. onu biliyorum. haksızlığa ve sömürüye tahammülüm yok. bu kişiler kurumsal mı aile mi öncelikle bunun kararını çok net vermeleri gerekiyor. bizim davranışlarımızı ona göre belirlememiz için.
işte bütün bu gelişmeler beni başlangıç noktasına feedbackliyor. BEN NE İSTİYORUM! hayatımın orta noktasından dalan bütün ailesel sallantılar bu önemli karar sürecimi ve odaklanmamı allak bullak sallamış durumda. sallanmış durumdayım...
dün itibariyle örnek daire tamamlandı. ve başdöndürücü bi yoğunluk hakim ofisde. eskiler yeniler ve bu kişilerin binlerce sorusu. raporlar, sayılar, akılda tutulması gereken kişiler, satışlar, sözleşmeler, kağıtlar, kelimeler ..... her şey havada uçuşuyor. ama zevkli. hareket geldi işe. üstelik bugünkü müşterilerimden genç ve sempatik bi çift işimi çok iyi yaptığımı söyledi. bu cümle beni o kadar silkeledi ki bi süredir demoralize olan moralim moral buldu:P
bu kadar iş yeter...
dansım mütiş keyifli gitmeye başladı. eski günlerimi yakalamak üzere olduğumu hissediyorum. yavaş yavaş bi koreografi çıkıyor ortaya. hala tam dengeyi yakalamış değilim. ama olucak. hissediyorum. candaşı çok özlemişim. hem de çok. hayatımda hep olmasını istediğim insan.
sevgili de keyifli... bu aralar ikimiz de yoğunuz. benim işsel, oysa hem işde yeni bi döneme-atılıma geçtiler, hem de yaklaşan üniversite sınavlarının heyecanıyla boğuşmak durumunda. ve bu durum yaz aylarına kadar devam edecek.
bugün çok güzel bişi yaptı. ben duygulandım. bi gazete; bi kitap veriodu bugün. ben ekiyle birlikte o gazeteden almama rağmen diğer kitaptan da istiodum. onu aradım marketten sipariş etmesi için. göğün karnı delinmişcesine yağmur yağıodu. o nedenle market siparişi getiremeyeceğini sölemiş. o da naapmış....karnı delik göğe aldırmadan sokağa çıkıp gazetemi aramış. hatta bi tanesinde bulamayınca sokaktaki gazetecileri sırayla dolaşmış. kaç kişi yapar bunu?
iyi ki var...
neyse ki var...



Monday, February 20, 2006

ASFALT...


bu kentin yollarında tükeniyorum....
gündelik yaşam aynen şöyle akmakta: sabah uyanılır. bir adet antidepresan bir bardak suyla boğazda kaydırılır. kahvaltının babayla yapılabilitesi servise geç kalma olasılığıyla karşılaştırılıp hızlıca bi karara varılır. piyu'nun maması ve suyu kontrol edilip evden dışarı fırlatılır beden. Allah'ım bugün ne giyeceğim ya da acaba çantama x'leri koymuşmuydum gibi sorularla boğuşulmaz, çünkü planlı kişiliğim bunları akşamdan yanıtlamış ve önlemini almıştır. sitenin minibüsüne bindiğimde günün ruh haline göre müzik-kitap-uyku üçlemesinden biri ya da birkaçı tercih edilerek günlük çile başlar. hava smooky ise derin düşüncelere, shine brightly ise neşelere ve kıpırtılara dalınarak dışarıya bakılır. kahvaltı yapılmamışsa pastaneye uğranılıp pastanecilere sevimli bi gülümseme armağan edilir. sonra diğer minibüse doğru ilerlenir. günün en heyecanlı yol dakikaları ise servisin alış noktasına gelinip de servis ve minibüs arasında geçen rekabet dolu, çekişmeli, adrenalin içeren öncelik telaşesi. galibiyet hergün bi başkası için gerçekleşir. nadir bazı günlerdeyse pişti yapıldığı da görülmüştür.
yani bütün olay bu. işe yetişebilme sendromu. bütün günler birbirinin aynı. ben hergün bunları yaşarken afrikada bi yerlinin nasıl tören yaptığını merak ediyorum, ya da fransada bi sokak cafesindeki sohbetleri merak ediyorum, ırakda silahıyla denemeler yapan küçük çocuğun ruh halini merak ediyorum, italyan gazetesinin günlük haberlerini merak ediyorum, etiyopyadaki aç kadını merak ediyorum, brezilyanın zengin kesiminin günlük planlarını merak ediyorum, avustralyadaki sörfçüyü, çölde yürüyen deveyi, ormanda gizlenen yılanı merak ediyorum, okyanusda henüz bilim adamları tarafından keşfedilmediği için bi ismi olmayan yaratığı merak ediyorum, bütün bunlar x sonsuz...benim hergün hemster çemberimin içinde debelenirken tüm bu varlıkların günlük telaşlarını ben hep merak ediyorum. tanrım hayat ne kadar zor ve ne kadar zevkli...ne kadar devinimli...insan durup kalabalığın arasında yerde yavaşça yürümeye çalışan sümüklü böceğe odaklansa çıldırıcakmış gibi olur.
aynılıktan nefret mi ediyorum yoksa aynılık içinde kendimi güvende mi hissediyorum?
alıp başımı gitsem...uzaklara...hiç konuşmam gerekmese...sessiz dünya olsam...
ya da kalsam küçücük bi odanın içinde....yine konuşmam gerekmese...yazsam yazsam yazsam...
denize yakın olsam...onun sesleriyle uyuyakalsam uzaklara bakarken...
ancak üretmek şart! dünyanın düzeni bunun üzerine kurulmuş. üretmek! sürekli ve aşkla bişiler üretmek...ve paylaşmak...
belki de dans üretmek...birisine ya da birilerine durup düşünmeleri için es vermek hayatta ya da bi gülümseme vermek...
son-uç:bu yollar beni tüketiyor...hergün biraz daha eksiliyorum...piyu'yla ilgilensem yemek yapamıyorum-temizlik yapsam sevdiğim tv dizisini izleyemiyorum-kitap okusam çamaşır yıkayamıyorum-internetde araştırma yapsam uykumdan çalıyorum...
zira bu durum ne kadar devam edebilir merak ediyorum..
tüm bu sözlerin yanısıra evimi çok seviyorum...yaşam alanım...güçlü kabuğum...gizli sığınağım...aydınlık odam....renkli dünyam...huzurum! bahçeden içeri girip yürümeye başladığımda ve o tarifsiz ve eşsiz nefis orman kokusunu içime çektiğimde, bu zor ve pis şehirden kaçıp geldiğimde tüm bu sızlanmalarım geçiyor ve buna değer diyorum....evimdeyim!

Wednesday, February 15, 2006

HAPPY VALENTINE DAYS!!!



13 şubat-->sevgililer günü arifesi:o günün akşamına dek her şey yolundaydı. akşam işten eve dönerken telefonda konuştuk, eve gelince yine konuştuk. olay yine konuştuk kısmında cereyan edivermiş meğer benden habersiz. ertesi güne kadar farkındasız olacağım durum o an ortaya çıkmış...BU BENİM İLK SEVGİLİLER GÜNÜMDÜ:( ve bütün ilklerde olduğu gibi sanırım buna da çok fazla anlam yükleyip fazla özendim...
akşam bilgisayarımın başında sevgilime sevdiğim müziklerden oluşan bi cd hazırladım. bir de birlikte olan fotoğraflarımızdan oluşan bi powerpoint sunusu hazırlamak istedim içinde sevdiğim kitaplardan sevdiğim cümlelerin aktığı. ben bunlarla ilgilenirken messenger açıktı. anakin sahneye çıktı. her zamanki gibi meşgul mod. ben ortaya laf attım. gelen yanıtla kalakaldım. yanıtdan sonra da sahneyi terk etti zaten. telefon ettim, kapalıydı. evden aradım, açılmadı. işte en hassas noktam. bana yapılabilecek en korkunç şey. de ja vu...
tamam dedim. o bunun farkında değil. bunun bi şaka olduğunu farzettim. sevgililer gününden bi gün önce böle bişi yapılmazdı. benim tanıdığım kişi zaten bu şekilde sessizliğe bürünmezdi. düşündüm, taşındım, bi neden bulamadım. şaka olduğunu düşünmek beyaz taraftı. onun dışında hiç üstüme alınmadığım için bu durumu ailesine ya da kendisine kötü bişi mi oldu acabaya kadar götürdüm işi kötü tarafta. ama yapcak bişi yoktu. kendisi beni SESSİZLİĞE DAVET ETMİŞTİ. yarını beklemeye, düşünmemeye karar verdim. zor olsa da uyumayı başardım.
ertesi gün kendimi kötü hissediyordum. nilşah da bunun bi şaka olduğundan gayet emindi. kesin sana bi sürprizi var...gün içinde msnde konuşmak istedi. ama kendimde konuşacak enerjiyi bulamadım. konuşmak istemediğimi belirttim. şaka bile olsa kötü bi şaka diye düşündüm. sevgililer gününden 1 gün önce terkedilmiştim...öğle vakti aradı. konuştuk. kötü şakanın gerçek sebebi ortaya çıktı. meğer ortada gerçek bişi varmış. bana gerçekten küsmüş. hem de aklımın ucuna bile gelmicek bişi yüzünden. hem de sevgililer gününden 1 gün önce. bunu öğrendiğimde içimin boşaldığını hissettim. bomboştum. hissiz. nötr. kapadık. sms attı. arkadaşlar saçmalamayın dedi. ama boştum. akşam görüşmek istemiyordum. bunun 2 nedeni vardı. 1.beni üzdüğü için görmek istemeğimi yitimiş olmam 2. uzun vadeli düşünüp kendimden korkmam, söylemek istemediğim bi söz, yapmak istemediğim bi davranıştan korkmam. o nedenle dansıma gittim. iyi ki o gün dansım vardı. tek kurtarıcım, tek ilacım. dansa gidiş yolunda tekrar aradı. peki dedim. dansın içimdeki boşluğu kendimle dolduracağından emindim.
dansdan sonra aradı. taximde buluştuk. piny&bisküvi ikilisinin fazladan 2 konser biletiyle bir araya geldik. her yer çok kalabalık. önce biraz soğuktum. sonra biraz daha iyi. ama eskisi gibi de olamadım. kalabalığın ve gürültünün izin verdiği ölçüde biraz konuştuk. karşılıklı beyaz bayrak çektik. bana dubai'den aldığı bir kartla birlikte kırmızı gonca bir gül verdi. ben görüşmeyeceğimi düşünüp hazırladığım cd leri nilşi'ye vermiştim. piny'ler erken ayrıldı. konseri sonuna kadar izledik. sonra da evlere dağıldık.
gecenin sonu güzeldi. evime geldim. taxiden inip evin patikasından yürürken durup baktım. her yeri kaplayan bembeyaz kar fonunda özenle elimde tuttuğum kırmızı gülün keskin kırmızısına odaklandım. her şey yeniden başladı. bütün yaşananlar saçmalıktı. o'nun içini görüyordum. bu da benim için yeterliydi.
sevgililer gününün benim için pek bi anlamı yok aslında. aslına bakılırsa yalnız geçirdiğim yıllarda yılın bu gününe büyük bi nefret bile besliyordum. günlüklerimde yazdığım gibi. vapurdan inip kadıköyde yürürken çingene kadınların çiçekleri daha bi fazla gözümün içine sokmasından nefret ederdim o gün. sokaklarda yılın 364 günü didişip o 1 gün boyunca yapmacık sevgi gösterilerinde bulunmalarından, vıcık tavırlarından nefret ederdim. mümkünse o gün evden çıkmamaya özen gösterirdim. bi taraftan da çevremdeki arkadaşlarımın yaşadıkları hoşuma giderdi. 13 şubat mışıl'ımın doomgünü olduğu için biz mutlaka o gece dışarı çıkmışızdır. ben onda kalmışımdır. ertesi gün o, gözlerindeki parıltıyla birlikte sevgilisinin hediyesini paketler, sonra sevgilisi için süslenir, birlikte evden çıkarız, o sevgilisiyle buluşmaya, ben de evime doğru yol alırım. niyan'ım da aynı şekilde. her ne kadar sevgililik kavramına aykırı bi insan olduğunu her fırsatta dile getirse bile yılın o gününe yakın günlerde caddede dolaşırken hediye araştırmasına gireriz. aklıma şunu yapmak bile geldi: yaşayamadığım tüm yılların acısını çıkarırcasına tüylü küçük bi maskot oyuncak ve sevgililer günü kartı vermek istedim. onun arkasına bakmadan kaçma olasılığını da düşünerek:P
ama bütün bunların hiç birini gerçekleştiremedim. sanırım her şey için çok geç kalmıştım. maalesef büyümüştük...
o'nun bu kadar fragile, benim bu kadar duygusal olmam korkutuo belki de beni. belki de insanlar haklı. belki de ne kadar inkar etsem de duygusal tarafım ağır basıyor. iş hayatında, akrabalık ilişkilerimde, arkadaşlarımla, şimdi de sevgilimle...küçük bi delik, söylenen bi söz, yapılan bi hareket kırılıp dökülüvermeme sebep oluyor kolayca. içimdeki "can kırıkları". insan kaç yaşına gelirse gelsin, neler yaşamış olursa olsun şaşırmaya devam edebiliyor.
aslında kendimi bi kaya kadar sağlam hissediyorum. belki de bu kadar sert olmam yaralicak onu. bana çarptığında canı acicak, kanayacak belki. o deniz. belki de hergün azar azar bana çarpan dalgalar zamanla beni aşındıracak. bunu kimse bilemez.
yaşamak gerek.
SON-UÇ: başlangıç noktasındayım. beni seviyor. o'nu seviyorum. bu ilk karmaşıklığımızdı. bunu yaşamak da güzel. o'nun içini biliyorum ve o'na güveniyorum. başka hiçbir şeyin önemi de yok. mutluyum...
iyi ki hayatımda...

Monday, February 06, 2006

UP&DOWN


bu aralar canım sıkkın yine....iş yerinde yaşanan bazı olaylar iş hayatına karşı umutsuzlaşmama neden oldu yeniden....kendimi güvende hissedemiyorum yine ve bu durum benim performansımı etkileyen en önemli etken.....Nilşah'a yapılan davranışları bana yapılmışcasına yadırgadım.....ve üzüldüm.....o zaten şu anda hayatın bi kaç alanında birden karmaşa yaşıyor şu anda.......ki ona da söylediğim gibi her insanın hayatında olur bu gibi kaygan zeminler.....benim hayatımda da pek çok defa olmuştur......defalarca yere kapaklanmış buldum kendimi ve defalarca dizlerimdeki ve elbiselerimdeki tozları silkeledim, yaralarımı iileştirdim ve yürümeye devam ettim......inanıyorum ki her DOWN dan sonra mutlaka UP geliyor....hem de çok güzel bi şekilde geliyor.....geldiğini hissetirerek geliyor ve o UP'ların değerini, sağladığı adrenalini hissetmemizi sağlayan, bize mutluluğun anlamını hatırlatan şey de aslında DOWN'lar......iyi ki varlar......DOWN'larımı da seviyorum ben........
hayat şu anda düz çizgi........aşağıda ya da çizginin üzerinde değilim.....çok ciddi şeyler yok yaşantımda......sadece AKMAYA DEVAM EDİYOR.......moral bozukluğumun geçici olduğunu tahmin ediyorum ........artık ofis içinde daha sessiz tavır takınmaya karar verdim......axi halde yüxexesime devam edersem bu durumdan zarar göreceğime inanıyorum.....durumu kabullenme ve kişileri izleme moduna geçtim şu an.....kendimi güvende hissetmiyorum.....ben artık kendi işimin olmasını istiyorum....söz dinlemek bana göre değil sanırım....asi ruhumla çatışıyor söz dinlemek.......ve kendi kendime küskünleşiyorum....kabuğumu örtüyorum üzerime......aldığım eğitimleri, kendime verdiğim emekleri boşa harcamışım gibi hissediyorum......doğru kararı vermek içinse her geçen gün daha az zamanım kalıyor.....kendime bir dal seçip o dalın üzerinde tünemek ve hep o dalda kalmak istiyorum ben ve bunu hep istedim.....ama o dalın seçimini yapamıyorum sadece milyonlarca dal arasından.....bu sefer oldu sanmıştım ama sanırım yine yanıldım.....belki de daha zamanı var......benim hala umudum var......melek kanatları farkedilecek...inanıyorum......şu an sadece farkındalık var......bunun sonrasında uçuşa başlicam.....
en önemli gelişme dansa başlamam....o kadar mutluyum ki....yeniden dans...yeniden candaşla dans ......candaş müzikleri.....candaş elastikiyeti ve estetiği......ifademi sağlayan tek insan belki de....dans ederken kendimi çok ii hissediyorum.....bunun sonucunun olması da sevindirior.....bununla ilgili detayları ayrı bi yazımda yazıcam....
"hayalle hafıza ateşle su gibidir. her biri isterki bir tek kendi kalsın orta yerde, öteki kaybolsun. hayal dediğin hafızayı boğmak, hafıza dediğin de hayali yakmak ister. onlar didişirken biz de deriz ki bu yaptığınız gaflettir. zaira sade bu demde değil başka başka demlerde yaşamışlığımız var. aslında siz karındaşsınız. o vakit onlar kavgayı keser. anlarlar ki hatırlamak için hayal kurmaya, hayal edebilmek için de hatırlamaya muhtacız. hikaye dediğin de budur zaten. bu andır. içinde geçmiş ve gelecek, hafıza ve hayal barınır. her hikaye ezeli evveli olmaya, alabildiğine hudutsuz bir andır. ne başta, ne sonda; tam da ortadadır."
ELİF ŞAFAK
bu abla beni bitiriyor......tek kelimeyle muhteşem.....bu kitabı benim yaşlarımda yazdığına inanamıyor insan.....geçen gün bi tv programında izlemiştim....annesinin işi dolayısıyla yurt dışında yaşamak ve okumak zorunda kalmış kendisi....işte bu yabancılaşma ve yalnızlık onu kitaplara itmiş...kitaplar da yazmaya.....ben de daha ii yazmak istiyorum.....
şimdilik nokta.....