Wednesday, February 15, 2006

HAPPY VALENTINE DAYS!!!



13 şubat-->sevgililer günü arifesi:o günün akşamına dek her şey yolundaydı. akşam işten eve dönerken telefonda konuştuk, eve gelince yine konuştuk. olay yine konuştuk kısmında cereyan edivermiş meğer benden habersiz. ertesi güne kadar farkındasız olacağım durum o an ortaya çıkmış...BU BENİM İLK SEVGİLİLER GÜNÜMDÜ:( ve bütün ilklerde olduğu gibi sanırım buna da çok fazla anlam yükleyip fazla özendim...
akşam bilgisayarımın başında sevgilime sevdiğim müziklerden oluşan bi cd hazırladım. bir de birlikte olan fotoğraflarımızdan oluşan bi powerpoint sunusu hazırlamak istedim içinde sevdiğim kitaplardan sevdiğim cümlelerin aktığı. ben bunlarla ilgilenirken messenger açıktı. anakin sahneye çıktı. her zamanki gibi meşgul mod. ben ortaya laf attım. gelen yanıtla kalakaldım. yanıtdan sonra da sahneyi terk etti zaten. telefon ettim, kapalıydı. evden aradım, açılmadı. işte en hassas noktam. bana yapılabilecek en korkunç şey. de ja vu...
tamam dedim. o bunun farkında değil. bunun bi şaka olduğunu farzettim. sevgililer gününden bi gün önce böle bişi yapılmazdı. benim tanıdığım kişi zaten bu şekilde sessizliğe bürünmezdi. düşündüm, taşındım, bi neden bulamadım. şaka olduğunu düşünmek beyaz taraftı. onun dışında hiç üstüme alınmadığım için bu durumu ailesine ya da kendisine kötü bişi mi oldu acabaya kadar götürdüm işi kötü tarafta. ama yapcak bişi yoktu. kendisi beni SESSİZLİĞE DAVET ETMİŞTİ. yarını beklemeye, düşünmemeye karar verdim. zor olsa da uyumayı başardım.
ertesi gün kendimi kötü hissediyordum. nilşah da bunun bi şaka olduğundan gayet emindi. kesin sana bi sürprizi var...gün içinde msnde konuşmak istedi. ama kendimde konuşacak enerjiyi bulamadım. konuşmak istemediğimi belirttim. şaka bile olsa kötü bi şaka diye düşündüm. sevgililer gününden 1 gün önce terkedilmiştim...öğle vakti aradı. konuştuk. kötü şakanın gerçek sebebi ortaya çıktı. meğer ortada gerçek bişi varmış. bana gerçekten küsmüş. hem de aklımın ucuna bile gelmicek bişi yüzünden. hem de sevgililer gününden 1 gün önce. bunu öğrendiğimde içimin boşaldığını hissettim. bomboştum. hissiz. nötr. kapadık. sms attı. arkadaşlar saçmalamayın dedi. ama boştum. akşam görüşmek istemiyordum. bunun 2 nedeni vardı. 1.beni üzdüğü için görmek istemeğimi yitimiş olmam 2. uzun vadeli düşünüp kendimden korkmam, söylemek istemediğim bi söz, yapmak istemediğim bi davranıştan korkmam. o nedenle dansıma gittim. iyi ki o gün dansım vardı. tek kurtarıcım, tek ilacım. dansa gidiş yolunda tekrar aradı. peki dedim. dansın içimdeki boşluğu kendimle dolduracağından emindim.
dansdan sonra aradı. taximde buluştuk. piny&bisküvi ikilisinin fazladan 2 konser biletiyle bir araya geldik. her yer çok kalabalık. önce biraz soğuktum. sonra biraz daha iyi. ama eskisi gibi de olamadım. kalabalığın ve gürültünün izin verdiği ölçüde biraz konuştuk. karşılıklı beyaz bayrak çektik. bana dubai'den aldığı bir kartla birlikte kırmızı gonca bir gül verdi. ben görüşmeyeceğimi düşünüp hazırladığım cd leri nilşi'ye vermiştim. piny'ler erken ayrıldı. konseri sonuna kadar izledik. sonra da evlere dağıldık.
gecenin sonu güzeldi. evime geldim. taxiden inip evin patikasından yürürken durup baktım. her yeri kaplayan bembeyaz kar fonunda özenle elimde tuttuğum kırmızı gülün keskin kırmızısına odaklandım. her şey yeniden başladı. bütün yaşananlar saçmalıktı. o'nun içini görüyordum. bu da benim için yeterliydi.
sevgililer gününün benim için pek bi anlamı yok aslında. aslına bakılırsa yalnız geçirdiğim yıllarda yılın bu gününe büyük bi nefret bile besliyordum. günlüklerimde yazdığım gibi. vapurdan inip kadıköyde yürürken çingene kadınların çiçekleri daha bi fazla gözümün içine sokmasından nefret ederdim o gün. sokaklarda yılın 364 günü didişip o 1 gün boyunca yapmacık sevgi gösterilerinde bulunmalarından, vıcık tavırlarından nefret ederdim. mümkünse o gün evden çıkmamaya özen gösterirdim. bi taraftan da çevremdeki arkadaşlarımın yaşadıkları hoşuma giderdi. 13 şubat mışıl'ımın doomgünü olduğu için biz mutlaka o gece dışarı çıkmışızdır. ben onda kalmışımdır. ertesi gün o, gözlerindeki parıltıyla birlikte sevgilisinin hediyesini paketler, sonra sevgilisi için süslenir, birlikte evden çıkarız, o sevgilisiyle buluşmaya, ben de evime doğru yol alırım. niyan'ım da aynı şekilde. her ne kadar sevgililik kavramına aykırı bi insan olduğunu her fırsatta dile getirse bile yılın o gününe yakın günlerde caddede dolaşırken hediye araştırmasına gireriz. aklıma şunu yapmak bile geldi: yaşayamadığım tüm yılların acısını çıkarırcasına tüylü küçük bi maskot oyuncak ve sevgililer günü kartı vermek istedim. onun arkasına bakmadan kaçma olasılığını da düşünerek:P
ama bütün bunların hiç birini gerçekleştiremedim. sanırım her şey için çok geç kalmıştım. maalesef büyümüştük...
o'nun bu kadar fragile, benim bu kadar duygusal olmam korkutuo belki de beni. belki de insanlar haklı. belki de ne kadar inkar etsem de duygusal tarafım ağır basıyor. iş hayatında, akrabalık ilişkilerimde, arkadaşlarımla, şimdi de sevgilimle...küçük bi delik, söylenen bi söz, yapılan bi hareket kırılıp dökülüvermeme sebep oluyor kolayca. içimdeki "can kırıkları". insan kaç yaşına gelirse gelsin, neler yaşamış olursa olsun şaşırmaya devam edebiliyor.
aslında kendimi bi kaya kadar sağlam hissediyorum. belki de bu kadar sert olmam yaralicak onu. bana çarptığında canı acicak, kanayacak belki. o deniz. belki de hergün azar azar bana çarpan dalgalar zamanla beni aşındıracak. bunu kimse bilemez.
yaşamak gerek.
SON-UÇ: başlangıç noktasındayım. beni seviyor. o'nu seviyorum. bu ilk karmaşıklığımızdı. bunu yaşamak da güzel. o'nun içini biliyorum ve o'na güveniyorum. başka hiçbir şeyin önemi de yok. mutluyum...
iyi ki hayatımda...

No comments: