Monday, February 20, 2006

ASFALT...


bu kentin yollarında tükeniyorum....
gündelik yaşam aynen şöyle akmakta: sabah uyanılır. bir adet antidepresan bir bardak suyla boğazda kaydırılır. kahvaltının babayla yapılabilitesi servise geç kalma olasılığıyla karşılaştırılıp hızlıca bi karara varılır. piyu'nun maması ve suyu kontrol edilip evden dışarı fırlatılır beden. Allah'ım bugün ne giyeceğim ya da acaba çantama x'leri koymuşmuydum gibi sorularla boğuşulmaz, çünkü planlı kişiliğim bunları akşamdan yanıtlamış ve önlemini almıştır. sitenin minibüsüne bindiğimde günün ruh haline göre müzik-kitap-uyku üçlemesinden biri ya da birkaçı tercih edilerek günlük çile başlar. hava smooky ise derin düşüncelere, shine brightly ise neşelere ve kıpırtılara dalınarak dışarıya bakılır. kahvaltı yapılmamışsa pastaneye uğranılıp pastanecilere sevimli bi gülümseme armağan edilir. sonra diğer minibüse doğru ilerlenir. günün en heyecanlı yol dakikaları ise servisin alış noktasına gelinip de servis ve minibüs arasında geçen rekabet dolu, çekişmeli, adrenalin içeren öncelik telaşesi. galibiyet hergün bi başkası için gerçekleşir. nadir bazı günlerdeyse pişti yapıldığı da görülmüştür.
yani bütün olay bu. işe yetişebilme sendromu. bütün günler birbirinin aynı. ben hergün bunları yaşarken afrikada bi yerlinin nasıl tören yaptığını merak ediyorum, ya da fransada bi sokak cafesindeki sohbetleri merak ediyorum, ırakda silahıyla denemeler yapan küçük çocuğun ruh halini merak ediyorum, italyan gazetesinin günlük haberlerini merak ediyorum, etiyopyadaki aç kadını merak ediyorum, brezilyanın zengin kesiminin günlük planlarını merak ediyorum, avustralyadaki sörfçüyü, çölde yürüyen deveyi, ormanda gizlenen yılanı merak ediyorum, okyanusda henüz bilim adamları tarafından keşfedilmediği için bi ismi olmayan yaratığı merak ediyorum, bütün bunlar x sonsuz...benim hergün hemster çemberimin içinde debelenirken tüm bu varlıkların günlük telaşlarını ben hep merak ediyorum. tanrım hayat ne kadar zor ve ne kadar zevkli...ne kadar devinimli...insan durup kalabalığın arasında yerde yavaşça yürümeye çalışan sümüklü böceğe odaklansa çıldırıcakmış gibi olur.
aynılıktan nefret mi ediyorum yoksa aynılık içinde kendimi güvende mi hissediyorum?
alıp başımı gitsem...uzaklara...hiç konuşmam gerekmese...sessiz dünya olsam...
ya da kalsam küçücük bi odanın içinde....yine konuşmam gerekmese...yazsam yazsam yazsam...
denize yakın olsam...onun sesleriyle uyuyakalsam uzaklara bakarken...
ancak üretmek şart! dünyanın düzeni bunun üzerine kurulmuş. üretmek! sürekli ve aşkla bişiler üretmek...ve paylaşmak...
belki de dans üretmek...birisine ya da birilerine durup düşünmeleri için es vermek hayatta ya da bi gülümseme vermek...
son-uç:bu yollar beni tüketiyor...hergün biraz daha eksiliyorum...piyu'yla ilgilensem yemek yapamıyorum-temizlik yapsam sevdiğim tv dizisini izleyemiyorum-kitap okusam çamaşır yıkayamıyorum-internetde araştırma yapsam uykumdan çalıyorum...
zira bu durum ne kadar devam edebilir merak ediyorum..
tüm bu sözlerin yanısıra evimi çok seviyorum...yaşam alanım...güçlü kabuğum...gizli sığınağım...aydınlık odam....renkli dünyam...huzurum! bahçeden içeri girip yürümeye başladığımda ve o tarifsiz ve eşsiz nefis orman kokusunu içime çektiğimde, bu zor ve pis şehirden kaçıp geldiğimde tüm bu sızlanmalarım geçiyor ve buna değer diyorum....evimdeyim!

No comments: