Monday, December 01, 2008

ISSIZ ADA'M...

İşte ortalığı son günlerde kasıp kavuran son bomba...herkes bunu konuşuyor...beğenenler-beğenmeyenler...eleştirenler-kendini kaybedenler...hiç bişi hissetmeyenler-kendilerini kaybedenler...ben ilk kez geçen hafta cuma günü iş çıkışı izledim...tek başıma...bööle bi karanlık kuytu köşe arıodum zaten bunalım yapacak...çünkü zaten her şey üstüste ters olmuş son zamandır -bu başka bi yazının konusu- içimi boşaltasım var...kenar bi koltuğa oturdum...sağım boş, solum boş...derken film başladı...daha bismillah...müzik girdi ben ağlamaya başladı...sonuna kadar da ööle devam etti...ama tam olarak neye ağladımı da kestiremiorum...müziklerin sözlerindeki hep vurgulanıp duran yalnızlık mı ağlattı...gerçekten de filmin konusu ve gidişatı mı ağlattı...yaşadığım ilişkilerin ya da bi türlü unutamadığım kişi ya da anılarım mı ağlattı...bilemiyorum...belki de hepsi...ama böğür böğür ağladım işte...bööle en sulusundan..vıcık vıcık...ne çok ihtiyacım varmış meğer...ne çok kasmışım kendimi...filmi eleştirenler de bi sürü...yok efendim topu topu 1 aylık ilişkinin nesine ağlanırmış...sevmeyen adamın arkasından ağlanırmıymış...gidenin ardından yas tutmak aptalcaymış...bi kere efendim aşkı ööle zaman dilimlerine sığdıramazsın...aşk aşktır...3 dakkadada olur aşk 5 sene sonrada dannn diye çarpıverir insanın suratına...anlamazsın...sonracığıma kalp bu...karşıdakinin sevmesi sevmemesiyle ilgilenmez ki...seviyosa seviyodur işte...beklentisizce...sevme desen de söz geçiremez beynin kalbine...gitse de kalsa da seviosan seviosundur işte...benim bi kalbim var...kalpsiz insanların söylemleri bütün bunlar..robotiklerin...neyse ki onlardan biri diilim...kalpliliğimi korumak için de elimden geleni yapıyorum bu kalpsiz şehirde...her neyse...ağladığım ne kızın kocaman sevgisi sempatisi, ne oğlanın derin yalnızlığı ve çaresizliği içinde bulunduğu durum karşısındaki, ne aralarındaki sinerjinin yok oluverişi...kendimle ilgili ağladım...ağladım...ağladım işte...defalarca daha izlerim...müziklerini ediniciim zaten en kısa zamanda...dinleyip dinleyip loop a girmek var...kendi kısır döngümde dolanıp durmak var...yani bu dönem erkekleri, bu şehir ilişkileri ancak bu kadar anlatılır...ben bi kaç tane tanıyorum en ıssızından...ne yaptıysam döndüremedim ıssızlıklarından...yapmasamıydım bişi, işe yarar mıydı onu da bilmiyorum...sonunda beni ıssızlaştırdı bu adamlar...bana bulaştırdılar virüslerini...ve belki de ben de hep ıssız kalmakla lanetlendim onlar tarafından...sanırım annelerimizinki gibi bir aile hayali kurmak için çok geç...sadece parlak reklam filmlerinde kaldı mutlu aileler...kek pişiren anneler...çocuklarını çimlere yatırıp oynaşan babalar...birlikte arabayla çıkılan aile tatilleri...ki bizim çağımızın hiç bi aile ortamı da sağlıklı değildi ama yine de oluşturulan yapıyı devam ettirmek için -çocuklar hatırına da olsa- bi çaba, bi katlanma, bi sabır her zaman vardı...şimdiyse 3 gün bile katlanamıyoruz birbirimize...çünkü yeni çağın insanının vakti yok...bencil mi bencil...hayat o kadar zorlaştı ve imkansızlaştı ki...para kazanmak, hayatını kazanmak o kadar çok zamanını ve enerjini alıyor ki...sürekli gelişmek mecburiyetindesin...gelişemediğin zaman hemen derecen düşürülür, sıralamada son sayıyı alır ve oyundan atılıverirsin...o yüzden çemberdeki hemster gibi sürekli koşmak zorundasın...katettiğin bi mesafe yok...sadece koşabilyor olmakla yetiniyorsun bi avuç yem ve su uğruna....o kadar...o nedenle arta kalan zaman senin için çok değerli ve onu da başka birinin seçimleri ve öncelikleriyle paylaşmak istemiyorsun...bencilce kendini şımartarak harcamak istiyosun...bunu yapmadıkları için kızıyodum ıssız adamlarıma...bana zaman ayıracak kadar değer vermediklerini düşünüodum...ama ben de aynı şekilde düşünüyorum...bi ilişkinin getireceği sorumlukluklardan sıyrılma isteği...kısıtlanma korkusu...belki de o yüzden sürekli cımbızla seçişim ıssızları...ıssızları ıssızlıklarıyla bıraksam...yoluma umudumla devam etsem...belki bi gün biter benim de ıssızlığım...bişilere sahip olmak için hep bişileri feda etmek, elden çıkarmak gerekiyor...hepsi aynı anda olamıyor maalesef...

Wednesday, October 22, 2008

sabah gözünü açıp yataktan fırlar...daha güneş doğmadan , hava alcakaranlıkken servise yetişme çabası içine girer. çünkü kaçırdığı takdirde güne nasıl yenik ve yorgun başlayacağını, gürültülü ve kalabalık ve pis minibüslerde, yabancı insanlara temas etmek zorunda kalarak, korna sesleri ve para üstü alışverileri ve diğer araçlarla kavgalar eşliğinde istanbul trafiği çekmek zorunda kalıp bi de üstüne işe 15-20 dk geç kalacağını ve insanlar işe ve güne dakikalar önceden başladığı için sessiz ortama daldığında herkes sana bakıyormuş hissine kapılarak utançla yerine ilişivereceğini bilir...servisi yakalama durumunda ise biner binmez sarıyere ulaşana kadar bikaç sayfa kitap okunur...denize ulaşıldığında her şey bi kenara atılır ve deniz görüntüsü gidene kadar bulutlara ve denize kilitlenir gözler...manzara bitip de köşenin dönüldüğü andan itibaren de pencerenin perdesi kapatılıp göze mümkün olduunca minimum ışık gelmesi sağlanır, kulaklara radyo müziği takılır ve gözler hafifçe kapatılır,hele bi de geçen seneden parçalara denk gelindiyse hemen Mr. M. akla getirilir, tamamen bittiği ve asla yeniden başlayamayacağı biline biline, her ne kadar istenmese de hüzün yapılır...iş yerine varana kadar da açılmaz...servisden inince yemekhaneye gidilir...uzun sıralara girilip bikaç zeytin biraz peynir ve bi takım mutsuz ve bezmiş insanla aynı ortam paylaşılıp kahvaltı edilir...bazı tanıdıklar oturur masalara...her gün aynı laflar edilir...biraz politika, biraz ekonomi, şanslıysan belki yakın zamanda gidilen tatiller anlatılır...işe geçilir...bazen hızlı başlar gün, nadiren de sakin...ama başlar eninde sonunda...ve önce öğle arasını, sonra da çıkışı beklemeye koyulursun...onlar da gelir...bütün gün deminip durur ve koşuşturursun anlamsızca...hava yeniden alacakarnlık olur ve sen bu kez de evine dönmeye çabalarsın...sıradan biri dilim...hergün ev-iş mekik dokuyanlardan ve hayatı ıskalayanlardan...fırsatları mümkün olduğunca yakalamaya çalışırım ve değerlendirmeye...haftanın iki günü dans dersi serum gibi gelir, ibadet gibi, ayin gibi, bedenini ve ruhunu temizler, silkeler, tozunu alır...sana sen olduğunu hatırlatır...dersdeki insanlarla sohbetler ve bilgi alışverişi...öteki dünya...hangisi daha gerçek karar veremiyorum...ama ikisi de bir bütün...benim bütünüm...bi yerden aldığımı diğerine verip dengemi bulmaya çalışıyorum...iki başlı ejderha gibiyim...bi yanım bi yöne gitmek ister diğer yanım başka bi yöne...kolay olduğunu söylemiyorum...çok yorucu...ama değer...biri beden+biri beyin...=ikisi peliynn:))
coffee:MORNING SERUM...

Tuesday, October 21, 2008

FRAGILE#

Söylenene göre çok "incinebilir" duruyormuşum ve korkutuyormuş bu durum karşı tarafdakileri...şimdiye kadar hep böyle diyip gittiler..."üzülmeni istemiyorum" diyip izin vermediler yaşamama...oysa ben zırhlarımı kuşanmış, karşı durmuşdum önlerinde...her ne gelirse gelsin senden hazırım demizştim...acıt canımı...ama yaşatarak acıt...giderek değil...
izin vermediler...!!

Monday, September 29, 2008

YARDIMCI OLMUYOR...

Yeni başlayan bir gün
yardımcı olmuyor
Uykusuz geçen gece
yardımcı olmuyor
Aldığım ilaçlar,
gittiğim doktorlar,
Vücudumdaki yaralar
yardımcı olmuyor
Gittiğim şehirler, tatiller
Yeni yüzler
yardımcı olmuyor
Aldığım kararlar,
bozduğum kurallar
Kendime yenildiğim günler
yardımcı olmuyor
Şırıngayla çekip alsınlar seni,
Tüm vücudumdan ruhumdan,
Kırıntın bile kalmasın beynimde
Ki ben yine ben olayım...
Yeni yüzler yardımcı olmuyor
Geçen aylar,geçen zaman
Hayatına uzaktan bakmak
yardımcı olmuyor
Olmuyor,
yardımcı olmuyor.......

Sunday, September 21, 2008

İKİNCİ BODRUM ÇIKARTMASI












Tatil dönüşü bi hafta boyunca ambole oldum...adaptasyon süreci ağır geçti...bi kimlik bunalımı küçük çaplı...sorular sorgulamalar...biz naaabıyoruz tanrım burdalar...MODERN HAYAT/DOĞAL HAYAT ikilemi...gasteler hep yazar...basit yaşam insan ömrünü uzatıyormuş...olabildiğine basite indirgemek kendini...ağırlıklardan kurtulmak teker teker...gereksiz insanlar, gereksiz amaçlar, gereksiz hırslar...sabahın köründen akşam karanlığına dek çalışıyoruz deliler gibi burda...yetişmeye çalışıyoruz sürekli...servise yetiş, öğle arasından işe yetiş, tekrar eve yetiş...eve geldiğinde hiç halin kalmamış kafanda bütün gün yapmayı planladığın şeylere...bugün diğerleri gibi olmicak, farklı bişiler yapıcam diyorum her gün...biraz kitap okicam, biraz evi toparlicam, biraz bişiler araştırıcam...yokk...akşamları ev ödevinden kaçan okul çocukları gibi gelir gelmez internet açılıyor...uzaktaki insanlarla bi damla komünikasyona çabalıyorum...yalnızım ya...hasretim ya iki çift laf sıcaklığına, öööle dokunmasız-temassız, uzaktan uzağa iletişim...bi yaşam belirtisi ihtiyacı...bağımlılık oldu...ama değiştirmek benim ellerimde tabii ki...
neyse...koşuşturmaca diyodum....hafta içi bu deli koşturmanın karşılığında napıyoruz...belli başlı alışveriş merkezlerinin belli başlı markalarından alınan cici kıyafetlerimizi giyip belli başlı restaurantlara dünyanın gereksiz parasını sayıp hep aynı belli başlı lakırdılarını ediyoruz...bütün bu saçma çaba bunlar için...ne komik diil mi...çok sıkıldım...ruhum eskidi...yıprandı...örselendi...kör oldum...ben böyle biri değildim eskiden...oysa oralarda öyle mi...bi tava menemenle 10 kişi doyar...hem de öyle tatlı gelir ki...menemen de, sohbet de...kasmazsın...niye kasasın ki...daha fazlasına ihtiyacın yok...
bencillik bu...tüm bunlar bencillik...bişiler yapmaya ihtiyaç var...başkaları için bişiler...bi el uzatma küçücük de olsa...başkasının yüzünde yaratabileceğin küçük bi gülümseme için...en son ne zaman bi başkası için bişi yaptın??open your eyes....
bu dünyalar karmaşası ve kafa karışıklığı ve yoğun talep ve davet üzerine bi kez daha çılgınca bodruma kaçıldı...karadan taarruz...sadece iki gün var...sonuna kadar değerlendirilmeli...uyunmamalı...yenilmemeli...içilmemeli...sadece sessizliğin ve mavinin sesi dinlenmeli, kokusu içe çekilmeli bol bol...bu kız feci şekilde TUZLU SU TUTKUNU...başka türlü yapamıyor..denizkızı hep su arayışında...sürekli kavuşmak ister uzak kaldığında...bütün gün yüzüş, surf...akşam balık keyfi...arsızca masa denizin dibine sürüklenir, ayakkabılar çıkarılıp bi kenara fırlatılır...ayaklar yarı taş-yarı denize temas yemek yenir...güneşin doğuşu bu defa yakalanır...batışı yine gelenekselleştirildiği gibi denizin içinden izlenir...
ve yine gitme vakti gelir...
yine dakikalar kala son anda yakalanır otobüs ve rüya diyarı bırakıp da gidilir bi kez daha...yeniden kavuşulana dek...kimbilir ne zaman....



ESCAPE TO BODRUUUUM....







Geçen senenin tüm bedensel ve zihinsel yorgunluğu akmış gitmiş, İstanbul'un tüm grisi maviye ve beyaza dönüşmüş bu kaçışla...

planlar yapıldı ve tarih tespit edildi. kadim dostum mışılla hiç tatil yapmamışlık akla geldi ve bodrumda buluşulması kararlaştırıldı ki o zaten iş sebebiyle orada bulunacak ve ben sonrasında ortama dahil olacaktım. sonra planlar değişti, kadim dost yine iş nedeniyle İstanbul'a dönmek zorunda kaldı ve ben bi kez daha kaderin beni yalnızlığımla başbaşa bırakması oyununda buldum kendimi...şaka bu diye düşündüm...bütün seneye karşılık gelecek 1 haftada yalnız olamam...ki onun öncesinde diğer kadim dostlarla da pek çok plan yapılmaya çalışılmışdı...kimisinin tatile doymuşluğu, kimisinin evlilik yıldönümü, kimisinin başka rotalar seçmesi vs sebeplerle kimseye uyuşturamadım takvimin bu dilimini...ama pes etmedim...uyarılara rağmen kendimi ve tatilimi ertelemedim ve engellemedim...her zaman yaptığım gibi alıp başımı gittim maceraya...ne olacaksa olsundu...önce biraz canım sıkıldı..sonrasındaysa tadını çıkardım:))

tek istediğim balık misali bütün gün -güneş doğandan batana dek- mavinin içinde kaybolmakdı...hepsi bu...

ilk gün gidildi, ayak basıldı...önceden ayırtılan mekan beğenilmedi...o yorgunlukla tüm sahil şeridi tarandı ve optimum bi yer ayarlandı...bavul odaya atıldı ve beden denize atıldı...tüm gün yüzüldü hiç dinlenilmeden...duş alındı...hafif kızaran tenle akşam yemeği yendi..akabinde şehre inildi hemen - bu ne enerji bu ne kudurmuşluk bu ne özlem anlaşılamadı- biraz yürüyüş yapıldı..sokaklar, kale önü falan...sonra marina bölümü...ayaklar kendini Marina Club'ın önünde buldu...nasıl gelmişlerdi oraya kadar anlaşılamadı...anlaşılan şuydu ki geçen sene yad edilmek isteniyor, yaralar kanırtılmak, acılar tazelenmek isteniyor ve biliniyor ki artık hiç bi şey eskisi gibi olmayacak...Mr. M artık başkasının...başkasına ait...belki o başkası da sormuştur ona "sarılabilir miyim?" diye...:( bara oturuldu...bacak bacak üstüne atıldı...bi cardinal melon esintili yaz gecesinde, yanına da bi ince sigara...sahnede canlı müzik...gözler dalıp dalıp gider...yaşlar gelir kenarlara sonra gelmeyin gelmeyin, geldiğiniz yere geri gidin diye kovalanır...savaş yaşanır içerde ama dışarıya eğleniyormuş imajı çizilir...tanımadık kişilerle bi kaç sohbet...ardından eskisi gibi olmayan ortamın idrakı ve terkediş...küba...yalandan bi kaç dans figürü...eğlenemiyorum...bu kadar yeter...odaya dönüş...tüm makyaj silindi ve tüm o kılıfdan sıyrılındı...sabah deniz yine iyileştirir ki beni...bütün gün yüzüş...yemekden sonra yürüyüş...yeni mekan...portofinooo...davet...kabul...ertesi sabah toparlanış ve tebdil-i mekan ve ferahlıklar başlangıcı...çok sevdim...tam benlik şirin mi şirin bi butik otelcik...hem tarz hem de oldukca mütevazi...o an beni yalnızlığıma bırakan Tanrıya teşekkür ettim beni tümden unutmadı diye...sıcak insanlar...sıcak kucaklamalar...hemen sarmalandım...herkes çok iyi ve çok misafirperver...çok ilgi her yerde...bazen kendi halime takılmaca, bazen kalabalık içine karışmaca...teknede gece...gün doğumunu izlemeye çalışma fakat çok sevilen uyku nedeniyle başarılı olamama...yenik düşme göz kapaklarının ağırlığına ama bi tarafdan da söz verme kendi kendine bi dahakine direnilecek diye...ve böyle devam etmece...gündüzleri açık mavide, geceleri gece mavisinde kaybolmalara devam edildi...cennet böyle bi yer olmalı diye düşünüldü...yıldızlar o kadar net ve yakın ki ulaşması çok kolay...bi el uzatmak yetecek...aydaki kraterler sayıldı...hafta ortasında çöktü içeri bi korku...yarılanmışlık ve bitecek korkusu...cennetten gidilecek gerçek hayata - yada gerçek olmayan...bilemedim- dönülecek korkusu....sonra hemen silkelenildi...hayır hayır...moral bozmak yok...her anın, her saniyenin tadı çıkartılacak...bol bol fotoğraf çekilip mümkün olduğunca hapsedilecek tüm anlar ve bütün kış onlara bakılıp iç ısıtılacak...

geceleri uyumayış zamanı extend etme çabasıyla...ortam sömürme...sonuna kadar suyunu içme...içine çekip doldurma...geceleri yan sitelerin havuz kenarlarındaki şezlonglarda oturup uzuuuun uzun laflama....duvarlardan atlama...topuklu ayakkabıları ellerine alıp parmak uçlarında yürüme...derin gece sessizliği...tekne turu...cam gibi koylar...minik balıklar, deniz kestaneleri...dönüşe iki gün kala hep yapmak istenip ertelenen şeylerden birini deneme....surfff...sandığım kadar zor diilmiş...çabuk kapmaca...ertesi gün yelken açıp çooook uzaklara kaçmaca...saatler sonra karaya ayak basmaca denizden toplanarak...ve sonunda....dönüş vakti...son dakikalara kadar denizden çıkamamak ve otobüse ucu ucuna yetişmek...HER GÜZEL ŞEY BİTERMİİİİŞ...

teşekkürler portofino ve portofino insanları...teşekkürler madam...teşekkürler kaptan...teşekkürler bodrum...verdiğin dinginlik, huzur ve enerji için...yeterince şarj oldum sanıyorum...ama bi dahaki seferi de ipla çekiyorum...şimdiden çentik atmaya başladım...sanırım bu mekanı gelenekselleştirmeye karar verdim:))




Friday, August 01, 2008

A Fine Frenzy - Almost Lover

Your fingertips across my skin
The palm trees swaying in the wind
Images
You sang me Spanish lullabies
The sweetest sadness in your eyes
Clever trick
Well, I never want to see you unhappy

I thought you'd want the same for me
Goodbye, my almost lover

Goodbye, my hopeless dream
I'm trying not to think about you
Can't you just let me be?
So long, my luckless romance
My back is turned on you
Should've known you'd bring me heartache
Almost lovers always do
We walked along a crowded street

You took my hand and danced with meImages
And when you left, you kissed my lips
You told me you would never, never forget These images
No
I cannot go to the ocean

I cannot drive the streets at night
I cannot wake up in the morning
Without you on my mind
So you're gone and I'm haunted
And I bet you are just fine
Did I make it that

Easy to walk right in and out
Of my life?
We walked along a crowded street

You took my hand and danced with me
Images
And when you left, you kissed my lips
You told me you would never, never forget These images
No
Well, I'd never want to see you unhappy

I thought you'd want the same for me
Goodbye, my almost lover

Goodbye, my hopeless dream
I'm trying not to think about you
Can't you just let me be?
So long, my luckless romance
My back is turned on you
Should've known you'd bring me heartache
Almost lovers always do
I cannot go to the ocean

I cannot drive the streets at night
I cannot wake up in the morning
Without you on my mind
So you're gone and I'm haunted
And I bet you are just fine
Did I make it that

Easy to walk right in and out Of my life?
Goodbye, my almost lover

Goodbye, my hopeless dream
I'm trying not to think about you
Can't you just let me be?
So long, my luckless romance
My back is turned on you
Should have known you'd bring me heartache
Almost lovers always do

Sunday, July 27, 2008

Ben hiç kimseyle hiç bir şey konuşmam diyebilirsiniz. Ne var ki bu tavrın bir çözüme yol açtığı tarihde hiç görülmüş değil....
bildiğimiz bir yığın berbat örnek arasında israil-filistin davası kadar beterini herhalde gösteremeyiz. işte, orada bile, iki taraf arasında birbiriyle konuşan insanlar hep bulundu. "arka koridor diplomasisi"denilen bu süreçte "bükülmez ve esnemez"israil devleti de zaman zaman katıldı. taraflar bu diyaloğu devam ettiremez hale geldiğinde "arabulucu" kişi veya ülkeleryardıma koştu.

demis vakti zamanında Murat Belge....

insan ilişkilieri de politika üzerine kurulu değil mi...ülkeler ve insanlar...bireye indirgenmiş politika kuralları....

benim durumum da pek bi politik bu aralar...hayattaki çok az sayıda kalan yakın akrabalarımdan olan dayılarımın benimle bir senedir süregelen soğuk savaşı devaö etmekde...anladığım kadarıyla durum çıkar kavgası...durup dururken işler nasıl oldu da bu seviyeye geldi hiç bir fikrim yok....ama ben buraya getirmemek için elimden geleni yaptım...yorula yorula hem de...ancak yaşım gereği bilmediğim o kadar çok politik kural var ki insan ilişkilerinde...hatta öğrenmeye de niyetim yok bi çoğunu...çünkü ben doğal bi insanım hep...olduğum gibi...derdim ve bununla övünürdüm...politik kurallar hep bi arada yaşamanın getirdiği güçlüklerden ve bi orta nokta bulma çabasından, hayatı asgari bi düzeyde kolaylaştırmaya çalışmakdan doğmuş....hep bi iyiler bi de kötüler var...bunlar bi sebepten karşı karşıya gelip durmuşlar...acaba uygulama yolunu seçsem daha bi mutlu olur muyum ve daha bi rahat eder miyim....hep çatışmadan kaçtım bu yaşıma kadar...çatışma raddesine geldiyse iş ben karşımdaki insanı/insanları/ortamı terkettim hep...

ben bir kez daha işe soyundum...geçen yıl başlattığım ama sonunu getiremediğim işe...hakkımı savunmaya...herkese beni yok saymaya devam ediyor...o taraf-bu taraf-her taraf...ama ben varım...bunca yokluklar ve kaybedilmişliklerle kendimi ancak bu noktaya taşıyabildim...en düştüğüm zamanda kendimi toplayıp sıçradım...hep ileriye ittim kendimi...bi çıkış yolu aradım...en zor ve en yardıma muhtaç zamanımda inatla yardım istemedim...çünkü ben güçlüyüm...yapabildim...şimdi her şey düz çizgi...biraz rutine girdim...bundan sonrası için daha büyük ve daha cesurca atılımlar yapabilmek için karşınıza geçmiş talep ediyorum hakkımı...az ya da çok...artık korkuyla bakmamak istiyorum geleceğe...endişelerle....daha çok hareket istiyorum...daha içim rahat....

siz ailenizin kadınlarına değer vermediniz...sahip çıkamadınız....kendinizinkileri tercih ettiniz...onları kaybettikten sonra onlara tapınıyorsunuz şimdi...benim değerimi anlamanız için de beni kaybetmeniz mi gerekli? zaten kaybetmiş durumdasınız...elimden tutuverseydiniz ne kaybederdiniz....sizin kurallarınızı bilmiyorum ve tek suçum babamla aynı çatıyı paylaşmak....bunun bedeli bu kadar ağır olmamalıydı...

belki de suçlu olan sessizliğim....konuşmaya bu kadar korkar mı insan...neden dile gelmez....sen anlatmazsan nerden bilicek dünya...anlatsan da zor anlicak ve anlamicak belki de ama sen anlatmış olacaksın...konuş pelinnn...nolur konuş....anlatmazsan anlamıyolar....iş yerinde konuş...sevgilinle konuş...arkadaşınla konuş...ailenle konuşşş....nolur susma artık...sustukça kaybeden sen oluyosun....

kaybettiğim yılların karşılığını ne zaman ve nerede ödersiniz bilmiyorum...ama hakkımı size helal etmiyorum ve geceleri başınızı yastığa koyduğunuzda nasıl uyuyabiliyorsunuz onu da merak ediyorum....

kırık döküğüm....

hayat neden başlamıyor benim için...

Thursday, June 12, 2008

ASLINDA BİR KONU VAR

aslında bir konu var
neden konuşamayız
neden hep suskunsun
ben güzelim kadınlar berbat
neden buna gülmezsin?
neden hep mutsuzsun?
sorular sorunca dersin ki:
neden çocuksun,
neden hiç büyümezsin?
elimde cevabım yok!
olsa neye fayda,
yüzün bana dönmez ki....
ağzımda hep tadı var,
üzüm gibi paslı
bitince gitmez...
hem yarası, hem dikeni var
batırır beni de yaralar
acıtır sabahlarımı
birileri var, birileri var
birileri yine sarhoş!
birileri yaz, birileri kış,
birileri önce!
birileri bize apaçık,
birileri pişman!
birileri bize çok acı, birileri çok acı
birileri bize çok acı getirdiler!
birileri farkında
birileri farketmedi!
birileri sağ, birileri sol
birileri farketmedi!
o da bunu görmedi,
bu da sana hiç yetmedi!
üçgen gezegenlerin
meşru cinayetleri
yine onu vurdular
yine ona bam!
yine geri sar-
yine sarhoş!
yine benden uzak kalmış!
berni terketmedi, beni bırakıp gitmedi !
bir yanı tura, bir yanı yazı,
bir yanı da bana kalmış!
yine ona ne güzel seslendiler
yine gözü çok açık!
gözleri apaçık
birileri bize çok ACI çektirdiler!!!

bu güzel ötesi şarkı için YASEMİN MORİ'ye bol teşekkürlerimi sunarım...içimin karmakarışıklığı ancak böyle dile getirilebilirdi...sanki benim sesim sanki benim kelimelerim dediklerimden...albümü bekliyoruz kımıltılar içinde...hadi çabuk ol...besle içimizi...




Tuesday, May 27, 2008

eve geldim...annemin evinden getirdiğim eşyalardan oluşan koli yığını arasından iki tane minik seçip açtım...içinden çıkan sürpriz, anne evi kokulu bardakları, tabakları az sayıdaki dolaplarımıza yerleştirdim...

ağlamamak için kendimi zor tutuyorum...kolay olmayan anlar...içim acıyor...bu davranışım umutsuzluğumun göstergesi...günün birinde bir "ev" kavramım olursaya saklamıştım bu özel anları...ama ya hiç olmazsa...erteleme dedim kendime...altı üstü bi kaç gazete parçası ve bi kaç koliye bakar...daha önce yaptın defalarca...toplanmak gerekirse yine toplanabilirsin...gitmek gerekirse gidebilirsin...güçlüsün sen...ama açtığım her kutu biraz daha bu eve yerleşme...biraz daha bu eve çakılıkalma...biraz daha uzak durma...biraz daha kimselerin gelmemesi....

benim ne zaman bi "ev"im olucak..."benim ev'im" . ..

en büyük hayalim...bi evim olsa...kocaman uzuuun bi masam olsa...herkesler bana uğrasa...ve ben hep herkesleri ağırlasam...keyifli yemekler yense o büyük uzun masada...keyifli sohbetler edilse...paylaşılsa ince zevkim...anlaşılsa...beğenilse...kalabalık olsam...bu hiç gerçekleşmicek mi yoksa....bundan korkarım....

Monday, May 26, 2008

BODRUM BODRUMMM...


Hayat!!!

O kadar zor mu

Atılır mıyız oyundan,

benzemezsek onlara

Bahane mi lazım

Mazeretimiz mi kalmamış

Çok ayıp olmuş

Çok ayıp olmuş

HayatO kadar zor mu

Takılır mıyız yolunda,

şekli gizli taşlara

Yetişmek mi lazım

Bahçemizde bir gül açmamış

Çok ayıp olmuş

Çok ayıp olmuş

Kız en güzel, en hafif giysisini giymiş

Oğlan renkli bir dünya boyamış

Kapkara kapılar sormuşlar onlara

Ayıp olmaz mı

Bu işler o kadar kolay mı

Ayıp olmaz mı


Geçen yaz...


Ben hiç kimselere haber vermeden Bodrum'a kaçmışım tekbaşıma 24 saatliğine...sürprizlerle ve meraklarla dolu...acaba? acaba? diyerek yol boyunca....uzun otobüs yolculuğu içinde uzun gece...sonra güneş doğmaya başlamış ve bodrum portresi belirmeye ve bu şarkı çalmaya...o yüzden belki de bu hüzün şarkı bana aslında umut-mavi-heyecan-tutku anımsatıyo...hayatımın en güzel 24 saati diyebilecek kadar çok sevdim ben o günü"M"ü...belki de hala....


kaçış günü...


kayboluş günü...


kayıp gün...



KEY OF ME...


böööle bi anahtar olsa mesela ...

beni açan...

düğümlerimi çözen...

teker teker...

sırayla...ve sabırla...

o kadar istiyorum ki aslında sessizliğimi yırtıp dünyamı haykırmayı...bakın demek istiyorum...bakın aslında içerde bi sürü şey var...dinleyin demek istiyorum..kulak verin...önem verin...zaman ayırın...değerli zamanlarınızdan bikaç dakikanızı pe-lean i anlamaya ve dinlemeye ayırın...

o kadar çok istiyorum ki üzerime yapışıp kalan çekingenliğimi söküp fırlatıp atmayı...ses tellerimin akorduyla oynamayı öyle çok istiyorum ki...kararlı, kendinden emin....tok...yanına gidebilmeyi insanların...ilk kelimeye başlayabilmeyi...ağzımı açtığımda sanki herkesin bi kulakları kafalarının 5 katı kadar kocaman oluo ve radyo anteni gibi benim söyleyeceklerimi dinliyolar merakla...yok aslında bööle bişi...psikolocik miyim ben...niye bööle hayal dünyasında yaşıorum...fantastik kitaplar gibi içim...acaip şeyler dönüo içerde...içimdeki deliyi dışavurmak istiyorum...daha çok zıplamak istiyorum...

bu çekingenlikden kurtulmak lazım...bi sürü yanlış anlaşmalar....pufff...

hayalet gibi hissediyorum bazen...çünkü kabuğumu kaldırıp küçük aralıkdan izliyorum olanı biteni...ama dahil olmuyorum...sonra ötekiler de alışıp buna ben yokmuşum gibi davranıolar sanki....

bilmiorum...belki de bana bööle gelio...

ama haykırasım var feci şekilde...bağıra çağıra yüksek sesle ve uzun cümlelerle konuşasım var..dinletesim var ....

Saturday, May 24, 2008

...

3. BUKOWSKİ kitabını az önce bitirdi...boşvermişliği seviyor...bir şeylere bir yerlere birilerine aidiyetsizliği...akıp gitmeyi...

Thursday, May 22, 2008

E.T. deki en önemli replik:

- come

-stay!!!

dialog "bai" ile noktalanır....
bi uzay gemisi alsın götürsün beni...

...

akşam vakti

sardı yine hüzünler

kalbim yangın yeri

gel kurtar beni senden

Monday, May 19, 2008

ŞURDAN BURDAN....ONDAN BUNDAN....AMA HEPSİ BENDEN:)




yine bi tatil günü, yine ben evde...
aslında bugün de çıkıcaktım ama yeter dedim...bi dur dedim kendime...bi soluklan dedim...zaten 40 yılın başı geçio bööel fırsat ele dedim...biraz evinle ilgilen bak küsmüş sana dedim...ama bu akşam akm deki modern dans gösterisine gidemediim için de üzüldüm de üzüldüm....
meteoroloji haberleriyle giden hayat çizgim güneşin bi miktar, varla yok arasında, yeni yeni yüzünü göstermeye başladığı, saklandığı bulutların arasından çıkmama konusundaki inadını bıraktığı şu günlerde ben de gülümsemeye başladım yeniden ve de kımıldamaya...bugün aslında hiiiiiiç bişi yaptım yine...ööle bi müddet boş boş tv nin karşısında keyif çayı üstüne keyif çayıyla yaylımaca yaptım...yine bi sürü şey var yapmak istediğim ama ben yine gidip hiçbişi yapmayı tercih ettim...sehbanın üzerinde duran bi kaç günlük her çeşidinden bi sürü gasteleri ıncık cıncık reklamlara varan kadar okumak istedim mesela...hatta bazı sevdiklerimi yükseksesle, spiker edasıyla. ..ama gste okumaya da katlanamıyorum artık...okuyacaklarımdan kkorkuyorum...pek hayırlı bişe yok çünkü...ne dünyada ne de buralarda...biraz dünyadan bi haber yaşayasım var..kendi dünyamla...sonra hijyen teyzeliğimin tutmasını dileyip derinlemesine temizliğe dalarak terapi yapmak istedim....sevdiğim objeleri elime alıp alıp bırakmak, her bi köşeye dokunmak, elimin değmesini istedim, sonra bu aralar çoook istediğim bişi daha var...kek yapmakkkk....böööle annemin yaptığı türden...şekilli kek kalıbında yarısı sarımtrak yarısı kakaooo....ama onu yalnız yiyecek olma düşüncesi geldi, ondan da vazgeçtim...bişileri yapıp yapıp paylaşımsız tek başıma gırtlağımdan geçirmek beni incitio çok...o nedenle eve iki misafir gelse sanki savaş çıkıcakmış da günlerce yemek yiyemicekmiş muamelesi yapıyorum insanlara...ben etraflarında dört dönüp onları obez yapma çabalarımdan anlaşılmaz bi haz duyuyorum...neese...keki de geçtik....işle ilgili biraz araştırma yapmak istedim...biraz döküman araştırması...ımmh...sıkıcı...nası olsa yarın savaş meydanına geri dönüş yaşicam...gereği yok...bi tik de buna attık...sonraaa şu yeni aldığım çizgi romanlara bakmak istedim...belki yatmadan önce...hala bi miktar zaman var...bi de dvd izlemeek...evdeysen yapılası şeyler bunlar...ancak nete bakmaktan biraz ona biraz buna derken bi de baktım akşam olmuş...güzel toto anca hava karardıktan sonra harekete geçti...temizliğe girişti...ohh beee..misss...bu minnicik evde eşyalar üstüme üstüme gelio...koyacak yer olmadığından ordan alıp oraya koyuyorum...değişen bişi olmuo dağınıklık konusunda...eskilerden kalan bazı şeyleri kapı dışarı etmekde fayda var ama eskiye olan sadakatim ve tapınmam nedeniyle bunu da yapamıyorum...ya da çok zor yapıoyorum...bırak yıllar önceki en sevdiğin mor tshirtün fotoraf karelerinde kalsın...özlediinde ona bakarsın...bi daha giymiceksin ki eminsin ..ama hayır...o tshirtle bilmemne senesinde bilmemkimlerle bilmemnerelere gitmiştin ve güzel günlerdi...ben bööleyim işte...insanları da çıkaramıyprum işte bu sebepten...çıkart..ignore..rahatla...hafifle...bana kötülük edenleri bile...çok saçma diil mi...yapabilenleri de tebrik ediyorum...belki tebrik edilmemesi gereken bi özellik ama onlar daha başarılılar...sabah (geç kalkıldığı için aslında öğlen) bi audrey hepburn filmi de patlattım...pek seferim pek...ne varsa eskilerde var...sıkı mı sıkı bi polisiye...şimdi bile yok bööle olay örgüsü...çok sağlam...ordan oraya pıtır pıtır koşuşturup duran ve kötü adamlardan kaçan ve peşindekilerden hangisinin kötü adam olduğuna karar vermekde güçlük çeken ve güven problemi yaşayan bi minicik kadıncık...
geçen haftalarda neler yaptım neler ettime gelirsek...geçen hafta dans dersi çıkışı ebuşun davetiyle sortie nin açılışına gittik...elimde bavulumsu dans çantam ayağımda topuklularımla arnavut kaldırımlı galata-karaköy mesafesini sekerek geçtikten sonra ortaköye ulaştım bi şekilde...sonra ebuşlarla buluşup mekanın önüne geldiğimizde accaip bi insan kitlesi bööle bi et yığılsaması mı desem...nası tanımlanır ki o topluluk...dakikalarca bekledikten sonra bir adım bile ilerlememiş olduğumuzu düşündükce allaaam benim ne işim var bu ortamda demekten kendimi alamıodum..üstelik iki saat dansda zıplamışım işde zaten tükettiğim enerjimin son damlalarını da salonda bırakmış bu extra da neyin nesiydi...ama bi tarafdan da merakla inceliodum insana benzeyen metamorfoz kızları ve oğlanları....hepsi bi takım modifiyelere maruz bırakılmış, burunlar kalkık saçlar civciv ötesi sarısı, meme uçları giyilen bluzdan fırlamış..boş bakışlar boş sözler...ama hoş lar da var içlerinde...baktık olmicek ebuş yine tüm networ künü kullanarak bi telefonla bizi yan tarafdaki gizli geçitden (vip kapısı) sokmayı başardı...bu kız gerçekten engel tanımıyor...şahsen kendisinden pek bi korkuyorum...bağlayamayacağı iş yok şu dünyada...neese..içeri girildi..ordan oraya bi iki dolanıldı...ben daha çok denizin ardındaki muhteşem istanbul manzarasıyla ilgilendim bi ara...geçen seneki reina gecesi aklıma gelmedi diil...hüzün yaptım biraz...ruhun kokoş tarafını o gece orda bi miktar besledim ve sezonu açmış olduk böylelikle....
cumartesi yine doluydu program...yan sitede oturan hem de yıllardır aynı iş ortamlarını paylaştığımız arkadaşımın doğumgünü bahanesiyle bahçesinde mangal keyfi...yaş ortalaması biraz büyük olsa da biz eğlendik...italyan erkek arkadaşı giovanni her zamanki gibi çok şeker takılmaları, hikayeleri,nefis tortellini sosu...teyzeler, anneanne...tam bi aile saadeti onunkisi...
arkasından eve uğranılır, kıyafet değiştirilir ve gecenin ikinci programına devam edilir...yine uzun zamandır keşfetmek istediğim bi başka mekan...santral otto 'da tanghetto konseri...ışıllar ve tango partnerimle birlikte...ortam boş sayılırdı ama yine de ben keyif aldım...tavadan süzülen deniz anası avizeler beni benden aldı..aynılarından istiorum...çalan müzkler eşliğinde bi kaç çift tango yaptı...partnerim ve ben sadece bir ders almış olmamız sebebiyle gözlerimizi kocaman yapıp naaapıo bunlar ve biz bu kıvama ne zaman gelicez diyerek izledik ve dinledik...güzel bi geceydi...ışıllarla yata üstü muhabbet..dışarı çıkmadan önce boşaltılan mochito bardağı üzerine benim kümülatif nane birikintisi teşhisim üzerine kopuşumuz....
ertesi sabah eve dönüş...piyuyla sarmaş dolaş yorganı üzerimizden çekip bi miktar uyuyuş...sonra tekrar sokağa atılış...istikamet taxim..geçen gecenin gazıyla tango dersinin yolunu tutuş partnerle...kapının önüne vardığımızda kapalı olduunu görüş ve üzülüş...:(( ne zaman başlicezzz...ne zaman kıvam olucezz...deyip gelmişken bi yerlere gidelim dedik ve beniiim eskilerden mekanım çoook bi çok sevdiğim ve özlediğim limonlu bahçeee....çok özlemişim...iyi geldi...limonata...naneliii.....çıkışta tünele yürünür ..partner gider...pelean asmalımescit yapar...KV de bi kahve ısmarlar kendine, yudumlar yavaşdan keyifle.....bi tarafdan çantasından kitabını çıkarır oku biraz bahar esintisi eşliğinde...ağaçlardan sarkan renkli ışıkların altında...sonra hızını alamaz...biraz ilerleyip bi de bira patates yapar tekil tekil...son zamanlarda aldığı kilolara da aldırmayıp battı balık yan gidip can simidimle barışıp ketçaplanıp mayoneslenerek hem de...gün bunlarla da kalmadı devam etti ama gerisini anlatmicam...ama yiyip içmeyle devam etti yine...
sonra da işde bugün oldu...
geçenlerde sinemada STEP UP 2 isledim..bi gaza geldi mbi gaza geldim...eldekiler yetmezmiş gibi hiphopa da başlayasım geldi...hangi birini yapcam neye saldırıcam daha anlayamadım...kendimi bütün dünyadanslarınıöğrenmeye adicam galiba...noolucak sonum bilmiorum...ama onu da günün birinde mutlaka denicem...sırasını beklesin bi miktar....
benim kaçıp gidesim var bi miktar...bööle eski püskü dolmuşlaara binip minik kasabalardan geçesim var...ama en çok da denize ulaşasım var...bi varsam denize yeniden nefes almaya başlicam...onun dışında feci şekilde sınırdışı olasım var...pasaport edinesim vizelenesim var...2 günlüğüne bile olur..az ama sık aralıklarla kaçışlar...bugün turlara da bakındım...ama yine para yok...yine ertelem ve ertelenme...yaş kaç oldu hala ertele de ertele..hayat ne zaman başlicak...bu ay da bööle geçer ...önümüzdeki aya kısmet...
delirme zamanı...
hufff...yarın iş yaaa:P

Thursday, April 17, 2008

GO MİLANGOOOO!!!

İnanılmaz bi geceydiii...süpperdiii...danslı gece....önce iptal olan dans dersimizin yerine bi önceki dersde sözleşdiğimiz gibi kurs kafadaşımla salonda buluştuk...mütiş müzik arşivimiz, kameralarımızla full teçhizattık...sonra her zaman tekrar ettiğimiz figürleri marke yaparak hatırlamaya çalıştık önce...başlangıçlar güzeldi ama sonunu getiremiyoduk bi türlü...ikimiz de aynı yerlerde tıkanıp kalıyoduk...ya da iki farklı hikayeyi birleştirip mix yapıoduk ve sonunda da kikirdiyoduk:) zamanın sonlarına doğru biraz toparladık...bi kaç görüntü aldık...ben bi kalas gibi dansettiğimi...hatta buna dansetmek bile denemez, bi takım anlamsız ve geridenn takip eden hareketler debindiğime bi kez daha tanık oldum....janjan haklıymış...pliye yok, duruş yok...tamamen sallapati takılmışım:P neyse ...hataları görmek ii geldi bünyeye....tekrarlamamaya çalışıciim ve bunu da aynı hareketleri daha çok tekrarlayarak yapiciim tebii ki...
gelelim gecenin ikinci anlam ve önemine...buraya kadar bildiimiz şeylerdi...ama bundan sonra bambaşka bi dünya açılıverdi....arkadaşımın götürdüğü mekana geldiğimizde büyülendim...tam bir tarihi taxim binası...eski italyan konsolosluğuymuş mekan....yüksek tavanlar...duvar süsleri...kocaman bi avize tepede...kenarlarda bi kaç masa ve sandalye ...ve çiftler dans edio...sessizce süzülüolar salonun içinde ve mükemmel bi müzik sesi...kendimi kaybettim...gerçek olamayacak kadar güzeldi gördüğüm bu manzara...bi film karesinden fırlamış gibiydi...taximin sürpriz mekanlarından biri daha...dışardan asla sezemessin böle bi görüntünün var olabileceğini...şaşkınlıkla bi kenara oturdum...en başında ayakkabılarımı bile değiştirmemekde kararlıydım...herkes çok güzel dansediodu ve ben bilmiodum bu türü...sonra arkadaşımın ısrarıyla değiştirdim ayakkabılarımı..sanki bu bi işaret gibiydi...hazır olduğumun işareti.... hayli yaşlıca bi amca yanıma gelip beni dansa kaldırınca hernekadar bilmiorum desem de banunun da ısrarıyla kabul edip dansa pistinde buluverdim kendimi....önce biraz utangaç...yürümeye başladık...sonra dans geldi ve ben kendimi dansederken buluverdim birden...nasıl oldu anlamadan...süperdi...çok temel ve küçük iki şey söledi...olay bitti...sonra bi başkasıyla dans ettik...bu hem yaşlı hem de kocaman göbekliydi....ama bu da çok eğlenceliydi..ondan da iki figür öğrendim...herkes çok yetenekli olduğumu söledi ve kimse ilk kez dansettiğime inanmadı:) ben de gazı aldıkca daha çok bıraktım kendimi...akışa....çok eğlendim....süzüldüm...eski tutkum yeniden ateşlenndi...artık hayatımda yeni ve heyecan verici bi tutkum daha var...derhal bi partner ve kurs arayışına girişilmeli ve bunun için de para-zaman ve enerji ayrılmalı hayattan....
bana bu mekanı kazandıran banu arkadaşıma tekrar teşekkürlerimi sunuyorum...

Tuesday, April 15, 2008

UÇMAYI SEVENLER TOPLULUĞU

Bu aralar halet-i ruhiyetim yine çok tuhaf bi seyir gösteriyor...belki baharın gelmesiyle birlikte havada yaşanan dengesizlikler ve gün içinde oluşan farklar benim bünyeye etki etti ve de yaramadı...bi an süper hissediyorum bi an tam down...birden bire...aniden...geçen cuma çok karmaşık bi gün yaşadım mesela...oldukca hareketli ve cesurca yine...planım bambaşkayken birdenbire çok başka bi hal aldı...sonra sorguladım kendimi her zaman yaptığım gibi ...pişman mıyım...hayır! yine olsa yine aynı kararı mı verirdim....evet! bu seçimim sonucunda üzüldüm ve sıkıntı yaşadım mı...evet! erken bi hareket miydi...evet! tekrar aynı soru...piman mıyım...HAYIR! sanırım ben böyleyim...bunu anladım...son zerresine kadar içimden geldiğim gibii davranıyorum son bi kaç yıldır...canım konuşmak mı istiyor...konuşuyorum...susmak mı istiyor ...susuyorum....koşmak mı istgiyor ...koşuyorum....durmak mı istiyor ...duruyırum...hızlı ya da yavaş ...herşeyin nasıl olması gerektiğine ben karar veriyorum ve tamamiyle komuta bende....joysticki ellerimde tutuyorum...iyi mi kötü mü bu durum bunu aradan geçen yıllar göstericek...ama kararlarım beni ben yapan şeyler...pe-lean i inşa ediyorum her gün...
bugün işyerinde sakin bir gün geçirdim...geçen haftanın çoğunda eğitimde olmam sebebiyle bir sürü kredi teklifi birikmişdi ve onlara yöneldim. bütün gün lunaparklardaki balyozla kafalarına vurdukca başka bir delikden çıkıveren yılanlar gibi önüme gelen işleri tüketmeye çabaladım...ortaya karışık takıldım...biraz ondan biraz bundan...hatta arada nefes alamadığımı hissedip çantamda acil durumlar için gezdirdiğim sigara paketini alıp aşağıya inip bi mola verdim kendime....hala elime yakışmıyor...hala çok komik gözüküyorum içerken...tüten bi baca gibiyim...ama bazen ağzımın içinde o tadı hissetmek isteyebiliyorum nadiren....sonrasında akşam oldu ve kendimi dansa attım...taxime geldim...meydandaki büfeden soğuk sandviçimi yedim ve de limonata...soğuk günlerdeki gibi tramwayla bi an önce amaç noktasına gitmek istemeyip bütün gün bitki gibi oturmanın verdii durağanlığı da üzerimden atma k ve bahar havasını hissetmek için hafif nisan rüzgarıyla birlikte taximin iğranç insanları arasında gezinmeye başladım...sonra bi süredir yapmak istediğim şeyi yaptım: galatasaray liselinin yanındaki sokakda sadece çizgi romanlar satan çok şirin bi tükkan keşfetmiştim geçenlerde gezinirken...ve büyülenmiştim adeta...çizgi romanın her türlüsünden ve artı olarak çeşitli animasyon kitapları, dergiler...kendimi kaybettim....oradan biri benim beğenim diğeri de tavsiye üzerine iki çizgi roman ve bi dergi aldım...ve bi de hayatımından küçük kesitleri not etmek ve planlarımı düzenlemek için minik bi ajanda...eskiden yaptığım gibi...bakalım zaman ayırabilecek miyim...ama denicem...çoooook mutlu oldum...eskiden çok sık yapardım....kendimi şımartmak...kendi kendime hediye almak....sabırsızlanıyorum okumaya başlamak için...heyecan verici...dans genel itibariyle kötü geçti...o kadar yorgundum ki ayaklarım mı beni götürdü oraya kadar yoksa ben mi ayaklarımı sürükledim hatırlamıyorum...bütün ders boyunca esneyerek hareket ettim...ve de kafkanın dönüşümündeki gregorun debelenmelerine benziyordu dans çabam....janjan bütün phrase leri ve hızlı gitti...ama yine de ben bi silkelendim ve kendime geldim...sonra da dansdan arkadaşımla köşe başındaki italyan dondurmacısından külahlarımızı alıp laflayarak taxime kadar yürüdük...ve ben eve gelmeyi başarabildim bi kez daha....
ve şimdi bu satırları yazıyorum...gözlerimi açık tutmaya çabalayarak...
bir kez daha kalbim kırıldı....ve ben en çok da kendimi suçluyorum bunun için...
bu arada zamandaki tesadüflerden biri daha...geçen haftasonu ottoda eğlendim...bu öğlen okkoda yemek yedim...veee akşam aldığım çizgi romanlardan birinden okko diye bi manga hikaye çıktıııı...gerçekten de hepimiz enerjiyiz ve farkında olmadan birilerini ya dabişileri hayatımıza çağırıoruz aslında...tanımlayamadığımız ve tanımadığımız tanrı da bizimle oyun oynayıp eğleniyor her gün....ve pilimin bittiği nokta.....iyi geceler dünya...

Monday, March 17, 2008

HAFIZA ve HATIRA

kaybolan duygularımı izlediğim filmlerle geri çağırıyorum...bu da o çabalardan biri....filmin adı kelebek ve dalgıç...filmi izlerken insan hüzünlense mi-içi acısa mı-matraklaşsa mı karar veremiyor...görüntüler çok güzel...hem dingin doğa görüntüeleri -rüzgarlı deniz, ağaçların arasındaki bi yolda üstü açık bi araba kullanmak, vs - hem de hastanelerin o kasvetli koridorları...hem dinamik hem yavaş...
değinmek istediim şu ki: bu bi adamın hikayesi...birdenbire komaya giren ve nadir rastlanan bi hastalığa yakalanan adamın öyküsü...'locked-in syndrome" hastalığının adı...görebiliyor-duyabiliyor-hissedebiliyor ama tamamiyle kilitlenmiş bu adam...hiç bi tepki veremiyor...burnuna konan sinekle bile başedemeyecek bi acizlik durumu...karizmatik bir işin-karın-çocukların-sevgilin-paran....her şeyin varken...birdenbire bammm...ve başka bi hayat...
bi süre alışamıyor ve yadırgıyor tabii ki bu yeni hayatını....sonra eğlencesine geçiyor işin...hatta hal böyleyken bi kitap bile yazıyor azimle...
insan daha kötü ne olabilir ki diye düşünür şu durumda...ama o şunu yapıyor...sarıldığı iki şey var bu dönemde...HAFIZA ve HATIRA...bunlar sınırsızzzz...elimizden her şey alınabilir, silinebilir....ama beynimizin içindeki geçmişte yaşananlar ve de daha da genişi haya gücümüz...hayal gücününsınırsızlığı ve seni ne kadar zorladığı...yapmak istediğin şeyler, gitmek istediğin uzak ülkeler, yemek istediğin güzel yiyecekler ya da kendini içinde iyi hissettiğin güzel giysilere sahip olmak, yeni insanlar,afrikaya gitmek ya da hindistanda huzuru kovalamak renk cümbüşünün içinde, karların ortasında tek başına yuvarlanmak, belki paraşütle atlamak ya da yerin derinliklerindeki bi mağaranın dibine doğru ilerlemek...hayalinde bunların hepsini ve de daha fazlasını yapabilirsin...tamamiyle özgürce...içinden geldii gibi...çılgınca...creavitenin en son damlalarına kadar kullanmak....işte bu insanın gücüne güç katar....insanın gücünün gerçekten de sınırları yok gibi ve çoğu zaman da zor durumlarda ortaya çıkıverir bu güç ...insan kendisi bile şaşırır içinde saklı olan bu güce...hayrete düşer....sınırlarımızı kendimiz koyuyoruz bence....hayal edebildiğin kadar ediceksin... ve sonra durup onların nası teker teker gerçekleştğini izle çekildiğin köşenden...ve de hafıza...elin kolun bu denli bağlı olduğu noktada bile geçmişdeki yaşadıklarını; iyi şeyleri ve de kötü deneyimleri ...her şeyi gözden geçir...tekrar et...bu da bi başka güç kaynağı...ve bana kalırsa bu ikisini sürekli yarıştır...ama dikkat et biri diğerini asla geçmesin...bu çaba hep bööle sürsün...tarih kafanın içinde berraklaşsın....izin ver ve barış onlarlar ve hep ileriye bak...nokta...

Tuesday, March 11, 2008

YORGUN







Pe-lean bu aralar hep biyorgun...ne kadar dinlenirsem dinleneyim bi türlü dinlenmiş hissedemiorum kendimi...kafa yorgun...beden yorgun...amaçdan sapılmış gibi sanki...aslında hedeflere ulaşıldı...ama bu seferde aynı çember etrafında dönülüp duruluyor...her gün birbirinin aynı...olay şudur ki: rutini seviomuyuuuzzz...sevmiyomuyuuuzz...rutinin de kendi içinde bi devinimi var mı...aynı suda ikinci kere yıkanmıyomuyuz aslında...bize aynıymış gibi gelse de ufak nüanslarla yaşarken, bu farklar damlaya damlaya göl olup uzun süreçde bi değişim ve gelişim yaratıo da biz farkına varmıyomuyuz...whatever....
geçen hafta sonu bi değişiklik yapıp kendimi istanbul tarihine ve sokaklarına verdim yine...eskilerden yaptığım ve uzun zamandır yapmadığım bişi yaptım ve tek başıma keşfe çıktım...çoook keyifliydi...haftasonlarımın bile bi rutini var sanırım...öğlenlere kadar uyuyarak boynun üzerinde duran yuvarlağın pe-lean e dönüşmesi beklenir...sonra bi kahvaltı biraz hazırlık...evde yapılacak tonlarca iş başka zamana ertelenip arkadaşlarla buluşulup mümkün olduğunca keyifli ve gülücüklü bi gün geçirmeye çalışılınır...güzel mekanlar...gözü rahatlatıcak ve hafta içinin stresinnden arındıracak manzaralarla doldurulur göz...hazırlanılırken neşeli müzikler açılır son ses...biraz piyu mıncıklanır ve sokağa atılır beden....ama geçen hafta öyle olmadııı...güzel havada taşıt kullanmak yerine ordan oraya yürüyerek gittim...gerçekten çok keyifliydi...çok görmek istediğim bi yer vardı: İSTANBUL MODERN...ve nihayet...hem modern hem de müze...resim var..fotoraf varr...edebiyat var...hatta cihat burak la ilgili bi bölüm vardı...süpper bi insanmış kendisi..hem ressam hem mimarhem edebiyatçı ve de aşmış bi şahsiyet...hem osmanlı tarzı ya da klasik eserleri var hem de bi taraftan hoooop amca kırmış kafayı, içindeki deliyi tuale dökmüş de sürrealist eserler de yapmış....politika yapmış biraz ...daha doğrusu politak yapamayan politikacılarla dalga geçmiş biraz..zekice.......cesurca...vay be demeden edemio insan...kaç tane var acaba onun kadar kendini yetiştirme delisi...ya da kaç tane kaldı onlardan...hep yalnız yalnızmış...yani etrafında sanat dünyasından bi sürü değerli dostlar, her ne kadar utangaç olsa da çevresini sarmalayan hoş bayanlar...ama o yalnızmış...bazen bi cafeye gidip saatlerce etrafındaki uğultuya aldırmadan kitap okurmuş...yanına yaklaşıp kulağının dibinde bağırsalar bile umursamazmış...okul hayatını sevmezmiş...pek iyi olmak yerine iyi olmayı tercih edermiş...hiç anlaşılmaz ki zaten böleleri...hem de sevimli hem de esprili bi konuşma dili var.....hakkında edindiim kısacık hayat hikayesi ile takdirimi kazandı kendileri...kooocaman deniz manzaralı cafesinde de oturmayı ihmal etmedim....fotoğraf bölümünde tek bi kişi değil rus sanatçıların eserleri vardı karışık...iki katı birden ayaklarımı hissetmeyene kadar dolaştım...çok keyifliydi...aklımdaki "to do list"de de üzerine bi tik attım bu güzel günün...sonrasında da bi tophane, bi sahlep, yürürken her bi yerden buram buram tüten ve o buhurdanla seni tepeden tırnağa sarmalayan nargilelerin yoğun kokusu....ama tek kişilik keyif değildir nargile..toplaşıp dahil olmak lazım olaya...
yalnızlığımı da özlemişim çok...ben galiba ben kalabilmek için yalnız kalmaya devam edicem...ÖZGÜRLÜĞÜN BEDELİ YALNIZLIK....hem yalnız olmayı hem de özgür olmamayı başaramaz bence insan...
ONCE diye bi film izledim...çok basit çekilmiş bi film...keyifliydi...bi sürü güzel şarkılarvardı içinde...çekimler çok çok doğal...ifadeler, bakışlar...
sonra bi de uzun zamandır izleyemediğim V for vendetta...acılarıyla sonuna kadar yüzleşmiş küçük kızın öyküsü...sonra ona bunları yaşatan gitmiş ...kız güçlü olmuş....başarılı bi filmdi...ben yine kendimi buldum bu filmde de...:P
dans da keyifli gidio bu aralar...düzenli devam edişime çok seviniyorum ve hareketleri yapınca da tatmin oluyorum...yapamayınca da demoralize hemen....o da olmasa delirir insan...zaten biraz delirmiş bu insan...:)
sonuç olarak hayat güzel işte...bahar gelio...bi kımıldanmalar başladı damarlardaki kanda, iş ii olcak, borçlar bi ara kapancaak, son dönemde tüm yüzü kaplayan sivilceler geçicek, hem de bi kedim bile vaar, anlıyomusuun. kedisi olmayanlara da yazık ...

çoook uykum vaar..yazıcak daha çook şey var...ama pe-lean yatarrrzzzzzz...

Sunday, January 27, 2008

WET WOMAN...

http://www.youtube.com/watch?v=Xr-4GWBSDM0

Ben ne zaman bööle dans edicemmm!!!
Kesintisiz dans istiyorum...