Saturday, January 24, 2009

bu aralar...

geçen hafta birisi tarafından keşfedildim ve peşime düşüldü...beklenmedik bi anda beklenmedik gelişmeler yaşamaktayım...hoşuma gitmedi değil bu durum...bu defa inanmak istiyorum...inanmak artık...feci şekilde sıkılmış durumdayım çünkü her bişilerden...paylaşımsızlıktan, yalnızlıktan, robotik insan kitlesinden, haremli karşı cinslerden - ki katlanamıyorum kendilerine-, duygusuzluktan, kaçırdığım ve kaybettiğim zamanlardan...henüz emin değilim...güvenemiyorum ama güvenmek istiyorum fazlasıyla....zaman zaman hayır, o da değil dediğim de oluyor ama nereye kadar...belki de zırhımı kalkanlarımı kenara bırakıp teslim olmalıyım artık...hayalimdeki prens hiç gelmicek...izin vermeli belki benimle yürümesine...belki zamanla alışılır...unutulur geçmiş belki...sıkmamak gerekir kendini bu kadar belki...konuşmalı daha çok, anlamaya - anlatmaya çalışmalı,....
hayatıma düzen gelsin artık...bana ait bir ev olsun, bana ait eşyalarım olsun...son zamanlarda yaşadığım hayal kırıklıklarından ve moral bozukluklarından dolayı salıvermişdim kendimi...hiç bişiyle ilgilenmemeye başlamıştım...evimi temizlemedim bi süre ve umurumda da olmadı, bişiler okumadım, yazamadım, bi yerlere gidesim gelmedi, yetişemiyorum artık, her şeyi tam yapmaya çalışmaktan yorulmuş durumdayım...non-stop hareket halimden biraz durağanlığa, bi es'e geçmiştim...
pencereleri açasım var sonuna kadar....içeri bol miktarda temiz hava ve kocaman güneş giriversin...derin bi nefes çekeyim içime...o nefes içime dolunca yaşam enerjisi de doluversin içime...işte hızıma hız katacak asıl şey...sorunun cevabı:yaşam enerjisi...FOUNTAIN....ihtiyacım olan şey bu...
sevdiğim bi laf var: hayat bisiklete binmek gibidir, pedalları çevirmeyi bıraktığın anda düşersin. benim hayatım da hızlı bi bisiklet yarışı gibi...hem de çok hızlı...herkes yavaş olduğumu düşünse de aslında her şeye yetişmek için enerjimi dengelemek adına kendi yarattığım bi yavaşlık o...eminim ki tempoma uzun süre dayanabilecek çok az kişi var...çok hızlı olmam gereken ve gecikme affetmeyen bi işim var....çook uzaklarda bi evim var....çook uçarı ve çok zorlu, sıkı bi kondisyon gerektiren bi dansım var....bu kocaman şehri dolaşmayı ve şehre karışmayı da çok seviyorum....bütün bunları hızı kaçınılmaz kılıyor...ama çok daha hızlı olmam gerektiğini de biliyorum her geçen gün...
şu an haftasonu...yine yapmam gereken bir sürü iş varken biraz daha yavaşdan almaya karar verdim...daha programlı gitmem lazım...minik defterlere küçük notlar almak gerek...evdeki eksikler, to do list, gidilmek istenen yerlerin listesi - hayal etmek ve yazıya dökmek gerçekleşmesine yardım eder- ...
kahvaltı ederken tv yi açtım biraz...ünlü bi oyuncunun yeni doğan bebeğini gösteriyorlardı..kadın duygularını ve yaşadıklarını anlatıyor bir bir...kanalı değiştirdim başka bi benzer hikaye..yine başka biri iki çocuğunun doğum ve gelişim süreçlerinden bahsediyor...derken birdenbire ağlamaya başladım...kuzenim eceyi arayasım geldi içimden...sesini duymaya ihtiyaç duydum birdenbire...sanırım biyolojik yaşımın vermeye başladığı sinyaller bunlar...kurtuluşu bunda aramaya başladım son zamanlarda...belki misler gibi kokan yumuşacık tertemiz bi melek bebeğim olsa tüm acılarım bitivericek gibi...pelin ölücek ve yeniden doğacak gibi...yenilenicek gibi....başak bi hayat başlayacak gibi...bi tarafdan da bu pelinin yaşamak istediği bir sürü şeyler var...yurt dışına gitmek ve bir sürü yer görmek istiyor, başka bir sürü şeyler var yapmak istediği...
annemi çok ama çok özledim....anneannemi de öyle ...buralarda, yakınlarımda olsalar her şey çok daha başka olurdu...
sonra başka bi kanala geçtim...national geo da yemyeşilll bi yer ve heidi kılıklı, sarı saçlı bi küçük kız süt dolu memeli semiz inekciklerin arasında koşturup duruyor...sevimli kuzular, paçalı tavuklar, tavşanlar, midilliler var çiftlikte....büyüyünce kendi çiftliğini yönetmek istediğini anlatıyo küçük kız ve bütün bi gün neler yapıp ettiğini...doğaaaaa diyesim geldi...kaçasım geldi...bi gıdım yeşil, bi avuç toprak çekti canım...yeşil çimlere uzanasım geldi dişlerimin arasına sıkıştırdığım bi çiçek sarkarken dudaklarımın kenarından...kocaman sırıtarak...insan eli nasıl da yok ediyor ve hızla kirletiyor her şeyi...lezzetli ve güzel kokulu sebze ve meyveler yemeyi özledim...görüntüden ibaret olan market meyvelerinden değil, gerçeğinden...aslında hayatı yemek istiyorum tümüyle fışkırta fışkırta...ama ancak korunaklı steril kalelerimiz olan plaza ortamında iyice sinik ve hastalıklı, dayanıksız yaratıklara dönüşmekten başka bişi gelmio elimden...koca bi tencereye atılmış ve yavaşdan yavaşdan ısıtılmaya başlamış kurbağalar gibiyiz...kaynatıyorlar bizi her gün ama farkına varmıyoruz...sıcak suyun içinde mayışıyoruz rahatça, hoşumuza gidiyor, ama aslında öldürülüyoruz yavaşca....çok bi klişe oldu ama yine de yazasım geldi...
noolcem beeeen???:S
bööle işte son durumlar....

No comments: