Wednesday, November 22, 2006

TROIS COULEURS:BLUEBLANCROUGE







Epey bi vaktimi aldı ancak aylardır rafımda bekletip izlemek için sabırsızlandığım üçlemeyi en sonunda tamamladım. Ve her biri üzerimde ayrı ayrı etki bıraktı. Krzylof Kieslowski'nin detaycılığının hastası oldum ki film izlerken kocaman büyütecimi alıp her kareyi didik didik etmeye bayılırım.
Fransız bayrağının renklerinin oluşturduğu bu üç renk; hürriyet, eşitlik ve kardeşlik temalarını içeriyor. Rouge=fraternité (brotherhood), bleu=liberté (liberty) ve blanc=equalité(equality).
BLEU de julliet binoche'nin yaşadığı derin acının rengi maviydi. başına korkunç bir olay gelmiş ama bu korkunç olayın yaralarını bandajlama kıvamındayken -içsel olanlardan bahsediyorum- inanmak isteyemeyeceği başka gerçekler çıkıo karşısına. kızının değil ama ölen eşinin yası başka bi boyut alıo bu gerçek ortaya çıktıktan sonra. mavi nin dinginliği, soğukluğu ve durağanlığı içinde öyle bi güçlü duruşu var ki julliet binoche un; teselli almaktan çok teselli verir kıvama geçio. üçleme boyunca kullanılan müzikleri de çok beğendim. özellikle mavi'nin melodisi kesinlikle bi efsane bana göre. oldukça melankoli modu, eğer filmin başlat düğmesine basarken yeterince melankoli modu yoksa sende bu müziğin yardımıyla kolayca moda gireceksin. önce tüm geçmişini yok etmeye çalışan -hatta buna ilk başta kendisi de dahil olmak üzere- sonradan olaylar ilerledikçe hakimiyeti yeniden eline alıp, ikinci hayatını inşa etmye başlayan güçlü kadın. julliet'ciğimin yeteneğini konuşturduğu filmlerden biri.
BLANC de de bi güç durumları var. öncesinde parası olmayan, yakışıklı olmayan, cinsel gücü olmayan ama güzeller güzeli, zengin ve tutkulu bi karısı olan bir adamı mahkeme salonunda eşinden boşanmak üzereyken görüyoruz. işler arka arkaya ters gitmeye başlıyor. kendisine yabancı olan ülkede, 5 parasız ve yapayalnız kalmış ve başına olmadık şeyler gelmeye başlamıştır. sonra cilveli kader bu bahtsız başrol adamının karşısına ilginç teklifini sunan orta yaşlı bi adamı çıkarır. ülkesine döner ama karısını aklından çıkarması mümkün değildir. zaman içinde o da kendi gücünü ilan ediverir ve iktidar için start verir. yaptığı fırsat değerlendirmeleriyle az zamanda bol parası olur ve herkesinde bildiği gibi para her şeyi ama HER ŞEYİ satın alır. o da öyle yapar. yani her şeyi satın almaya başlar. bu sonradan şansın güldüğü gencimizin eski eşinden aldığı intikam acı olur. onu kendi ülkesine tıpış tıpış getirtir. sonrasında da bahtsız kişi güzeller güzeli eski eş olur. demir parmaklıklar ardında deriin düşüncelere dalar...
ROUGE...bana kalırsa en darbeli bölüm. kırmızı benim rengim olduğundan mıdır bilmem ama bence en etkileyicisiydi içlerinde. açıkcası benim bi ara aklım karıştı. bi ara enteresan hikayeler anlatan yaşlı amcanın gençliği sandım film boyunca kızın yakınlarında dolanan ama bi türlü karşılaşmayan kıskanç sevigiliyi. burda olaylar baya bi çetrefilleşio. hatun kişi gayet masum masum işinde gücünde takılıodur. uzakdaki avukat adayı sevgilisi ara ara kıza paranoyak paranoyak telefon açıp kendisi aslında burnunun dibinde bi sarışınla aldatmaktadır masum ablamızı. kızcağız gardını alıp sakin sakin savunmaktadır da kendini sevgilinin bu iddialarına karşı. bi gün arabasıyla giderken bi köpeğe çarpar. bu olay onu yaşlı kurt casus amcayla tanıştırcaktır. onunla geçen konuşmalar silsilesinde aslında tek bi soru var: hangisi doğru? kim haklı? kim suçlu? kim masum? ilk önceleri birbirine gıccık dialoglar içindeki güzel kız ve yaşlı kurt sonrasında kaynaşırlar. kızın bi süreliğine İngiltere'ye gitmesiyle de dönüşte görüşmek üzere vedalaşılır.
bu üçleme hernekadar birbirinden bağımsız hikayelere sahip olsa da bazı noktalardan birbirine bağlanıyor. örneğin üç filmde de geri dönüşüm kutusuna iki büklüm kişi tarafından atılmaya çalışılan cam şişe durumu var. mavi de atamaz, beyaz da zorlanır ama hedefe ulaşır, kırmızı da ise valentine (irene jacob) beli bükük kişinin yanına giderek şişeyi kumbaraya atar. bunu yaparkende elinde kırmızı kağıda sarılı şişe tutmaktadır -çarpıcı bi detay-. üçlemenin sonuncusunun sonunda da üç bölümdeki başrol kadın ve erkek oyuncuları bir sahnede görüyoruz ve film bitiyooo....
aslında üç erkeğin hikayesi üç renk.
birincisi gözle görülebilecek kadar tutkuluydu*.
ikincisinin tutkusundan gözleri körelmişti*.
üçüncüsü gözlem tutkusundan körleşmişti*.
müziklerini zbigniew preisnerin yaptığı film(ler)
"blue, liberty; white, equality; red, fraternity... we looked very closely at these three ideas, how they functioned in everyday life, but from an individual's point of view. these ideals are contradictory with human nature. when you deal with them practically, you do not know how to live with them. do people really want liberty, equality, fraternity?" - writer/director krzysztof kieslowski

No comments: